M. RIDVAN SADIKOĞLU

M. RIDVAN SADIKOĞLU

İNSAN İNSANA EMANETTİR

EZAN OKUNAN HER YER VATANDIR -1-

.

Aklın alamayacağı bir cehennem ortamının görüntülerini izliyoruz hem de tam 75 yıldır.

Kardeşin kardeşe kırdırıldığı bir ortamda, “işlenmiş belleklerimizle” medeniyet havzalarının kör şiddete teslim edildiği, yığınlarca aktör ve faktörün birbirine geçtiği bir sürece üzülüyor, kanıyor, acıyor ama yıllara yayılan “tarihin en uzun cenaze töreni”nde film kareleri gözümüzden kaybolduğu anda gömülüyoruz kendi koltuklarımıza.

Sokağa çıkan herkesin vurulduğu, yerlerin kana bulandığı, cenazelerin elden ele taşındığı, geride kalanların hayatlarını riske atarak sokaklardan ceset topladığı, tarifine kelimelerin yetemediği bu cehennemde, keskin nişancılara hedef olmadan sokak ortasında yatan cesetleri urgan veya telle içeri çekmeye çalıştıkları sahneler bir kâbustan fırlamış gibi adeta.

Baştanbaşa ceset kokan, yüreklerin yangın evine döndüğü, sürgün yemiş evlatların parçalanmış cesetleriyle tüm yaşamları iki fotoğraf karesine mahkûm edilen annelerin feryatlarının arşı yırttığı, merhametin beşiklerde yakıldığı; işgalin ve yağmanın girdabında; garbın aç kurtlarına şarkın Yusuf’larını kurban eden; mazlumun ahının, zalimin günahının resmedildiği; kalburcuların her karışını zulüm tarlasına çevirdiği; bölgenin üstü kapanmış yaralarının hunharca açıldığı, atılan her adımın nefret figürüne dönüştüğü, gerçeklerle birlikte toplumsal dokunun da katledildiği; katilin hâkim, maktulun mahkûm olduğu; insanlığın göz yumduğu, kulak tıkadığı, adalet ve merhametin parçalandığı, “sözcüklerin hâlâ bir anlamı var mı?” dedirten bir cenaze töreni bu.

Evet, Filistin’den söz ediyorum.

75 yıldır zaten kanayan bu yara yaklaşık bir ay önce bir kez daha kaşındı ama bu kez yaranın her tarafından oluk oluk kan akıyor.

Ne oldu, nasıl oldu, neden oldu gibi sorulara cevap bulmak, bilginin artık “çöp yığını” haline geldiği bir ortamda cevapsız sorular. Zira hemen herkesin kendi fikri, düşüncesi ve ideolojisini yine kendi doğrularıyla parlattığı bir zamanda yaşıyoruz.

Ayrıca tarihin en etkili dezonformatik kuşatmalarından biri ile karşı karşıya olduğumuzu da eklemek lazım sanırım. Zira Afganistan’da ABD savaş uçaklarından atılan bombalarla öldürülen sivil köylülerin haber ajanslarına “Taliban militanları öldürüldü” şeklinde yansıtılması hala hafızalarımızda diriliğini koruyor.

Çünkü adamlar, aynı zamanda medya krallığının algı tahtını da işgal etmiş durumdalar ve ellerindeki medya gücünü aynı zamanda bir psikolojik harp aracı olarak kullanıyorlar. Bu da bizi savaş ve kriz bölgelerinden çıkan haberlerin mutlaka birilerinin filtresinden geçtiği gerçekliğine götürüyor.

Eski İngiltere başbakanlarından David Lloyd George’nin, “İnsanlar gerçeği bilirlerse savaşlar yarın bitebilir, fakat asla gerçeği bilemezler ve bilmeyecekler” sözü ise benim bu tezimi ziyadesiyle doğruluyor.

Yani aslında bugün karşımızda şiddeti amaçlarına ulaşmak için bir araç olarak kullanan insanlar yok, bizzat şiddeti amaç haline getirmiş durumdalar ve ellerindeki medya gücü ile bütüne değil köpürtülebilecek parçaya odaklanmamızı sağlıyorlar.

Vatanları işgal altında olan, özgürlükleri ellerinden alınan, inançları ve yaşam tarzları tehdit edilen insanların direnmeleri ve haklı mücadelelerine bin bir kılıf uydurup bu savaşı ısrarla sürdürenler, son bir aydır devam eden çatışmalarda 2022 Kasım ayından bu yana dünyadaki tüm bölgelerde meydana gelen savaşlarda ölen çocuk sayısından daha fazla çocuğu öldürmüş durumda. Yani eli kanlı kravatlı toplum mühendisleri sadece son bir ayda 3324 çocuğu katletmiş.

Topraklarını ve vatanlarını savunan bu masum insanlara “terörist” damgası vuran nasipsizlerin karşısına da, şu ana kadar herhangi bir devlet çıkıp da, asıl terörün “işgal” olduğunu anlatmadı, aslında anlatamadı. Zira günümüz itibariyle bunu söyleyecek ekonomik, iktisadi ve dahi askeri güce sahip bir İslam coğrafyası yok, kısa vadede de olacağa benzemiyor.

Yani, ortaya çıkan her haksızlık ve zulümde meydana çıkıp “nerde bu İslam Alemi? diyenlerin farkına varması ve yüzleşmesi gereken bir gerçeklik var;

Ortada İslam var evet ama âlem yok.

İslam var çünkü halen aramızda seher vakitlerinde gözyaşları ile abdest alanlar var. İslam var çünkü hala aramızda derdini dava edinen ve gecesini gündüz edenler var. İslam var çünkü her bir kanayan yarayı kendi yarası olarak görenler var. İslam var çünkü nerde bir zulüm görse onun için kendini pareleyenler var. İslam var çünkü bu dünyadaki cenneti inşa etmeden ötelerdeki cenneti elde edemeyeceklerine inananlar var.

Ama alem yok..

Zira hürmeti çiğnenmiş, izzeti kundaklanmış, geçmişi silinmiş, bağlı olduğu toprağıyla kültür bağı koparılmış, her bir ferdinin zihnine haz ve hız tohumları ekilmiş, her bir karışı zulümle ve gözyaşıyla sulanmış, övündüğü geçmişinden bir gelecek inşa edemeyen, kendi gök kubbesini bırak inşa etmeyi onun farkına bile varmayan bir toplum var.

Yani bugün işgal altında olan Kudüs değil, tembelliğimizdir. Gönül ve mana haramilerine kaptırdığımız aklımızdır. Aynılarda çoğalıp ayrılarda azalmak yerine kendi acılarımız üzerinde tepinmemizdir. Dünyanın en büyük açık hava kütüphanesinin içinde okuma yazma bilmeyen çöl bedevileri gibi hiç ölmeyecekmiş gibi yaşayan vicdanımızı esir almış nefislerimizdir.

Yoksa bugün gözümüzün içine baka baka zulmünü icra eden İsrail nedir ki?

Bir gecelik canı olan kara bir toprak parçası.

Bugün onlara cesaret veren şey bizim tembelliğimiz, hamasetimiz, kuru kuruya haykırdığımız sloganlarımız, bizleri kölesi kıldıkları elimize yapışık ekranlarımız, zihinlerini ülkesizleştirdikleri gençlerimiz, geçmişimiz ve kültürümüzle kopardıkları bağlarımız, 35 milyon gencimize rağmen üret(e)meden tüketişimizdir.

Önümüzdeki zulme cesaret veren zihnimizdeki, evimizdeki, yatağımızdaki, okulumuzdaki, sağlımızdaki, eğitimimizdeki, üretimimizdeki ve hatta inancımızdaki İsrail’dir.

Evet, farkındayım…

Herkesin her konu hakkında söz söyleyebildiği ya da bilgi sahibi olmaya gerek bile duymadan fikir sahibi olup o fikirlerin üzerine devasa iddialar bina edebildiği bir dönemde; derdiniz “eskimeyecek” bir söz söylemekse eğer, söze değer verenlere “söz söylemek” oldukça meşakkatli bir iş. Ancak, biliyorum ki söz yazıya döküldüğünde bir anlama bürünüyor ve ancak bu şekilde kalıcı olabiliyor.

(Devam edecek)

<