RECEP ARSLAN

RECEP ARSLAN

Fare-sıçanlara şiir okumak

Tarladaki farelere, büyük, kocaman farelere, sıçanlara şiirler okuyan bir topluluk varmış. Refik Durbaş

ustamız Alberto Manguel’den naklen anlatıyor.

Ortaçağda İrlanda denilen coğrafyada ziraatçılar tarlalarında çok sayıda fare görüyorlarmış. Tabi tam

hasat zamanı. Hububat zarar görecek. Çare arıyorlar. Kelimelerden, kafiyelerden medet ummuşlar.

Fare yuvalarının önüne oturup saatlerce şiir okuyup kafiye döktürürlermiş. Tabi olaya mantık

açısından bakmak konuyu izah etmeye yeter.

İrlandalı çiftçiler diyorlar ki, fareler kafiyeden hoşlanıyorlar, hububata zarar vermiyorlar. Fareler ise

şöyle düşünüyor olmalı. Ulan şu yuvamızın kapısındaki geveze gitse de çıkıp tarlada birkaç hububatla

karnımızı doyursak.

İnsan işte, her devirde acaip düşünceleri, inançları olmuş ve hepsinin de bir faydasını görmüşler ama

yanlış yorumlar içinde ömür tüketmişler. Düşünün ki, yüzyıllarca insanlık büyü ve sihri tıp alanında

kullandılar.

Xxxx

Yine Refik Durbaş usta, okuduğu Alberto Manguel’in kitabında okuyarak bir başka garipliği paylaşmış.

Hintli şair Tulsidas 16 yüzyılda kıral tarafından, bir kuleye hapsedilmiş. Şair yalnızlığını ve cezasını

hafifletmek ümidiyle şiirlerini sesli şekilde okuyormuş. Yüksek sesle ezbere okuduğu şiirlerinden bir

maymun fırlamış. O maymunun adı Hanuman olmuş. Efsane bu. Olur mu-olmaz mı denilemez.

Hanuman ve maymunlardan oluşan ordu yaratıcı olarak telakki ettiği Tulsidas’ı saraya yaptığı bir

saldırı ile özgürlüğüne kavuşturmuş.

xxxx

Tulsidas’ın efsanesinden sonra, aynı efsaneye benzetilerek bir başka efsane uydurulmuş. 18. Yüzyılda

Marquis de Sade, özgürlük için savaşırken hapse düşmüş, elinden kalem ve keağıdı da alınmış. Paris

cezaevi ve Fıransa, defi hacetinden nasıl kurtulacağını bilmiyor o yıllarda. Şimdi durum çok değişik

değil. Marquis kalem ve keağıdı olmayınca dışkısı ile duvarları boydan boya yazılarla doldurmuş.

Refik Durbaş burada bir bağlantı yrpıyor ve Namık kemal’i anmadan edemiyor. O da özgürlük

savaşçısı ya. Doğru bir bağlantı elbette. Bizim vatan şairimiz Namık Kemal de Magusa’da yatarken

hayattan kopmamak için, kelimeleri keağıtlara yazarak taş parçalarına sarmış. Onunla hayata

bağlanmış.

Xxxx

Hikeayeler bir başka hayatın belleklerde bıraktığı izlerdir. Alın size vecize gibi bir söz. Aradan yıllar

geçecek, bu yazar acaba bu cümle ile ne söylemek istemiş diye zihin yoracaklar. Hikeaye Türklerin has

edebiyat ürünüdür. Şifahi olarak aylarca, yıllarca anlatılan hikeayelerle milletin birliği ve dirliği

sağlanırdı. Şimdi ortak hikeayemiz yok. Aylarca, yıllarca anlatılan, dilden dile aktarılan hikeayelerimiz

yok. Belki de bu yüzden milletin unsurlarını bir arada tutmakta zorlanıyoruz.

Eski devirlerde Allah, Kitap, Rasul, Kıble, Din birliği milleti bir arada tutmaya yetiyordu. Şimdilerde

insanların aynı kelimelerle başka başka şey ifade ettiği ortaya çıkınca, bu manevi değerler milleti bir

arada tutmak bir yana, ayırıyor da.

Eski devirlerde kabilecilik, asabiyet, ırkçılık da insanları bir arada tutmakta kısmen yeterli olurdu.

Şimdi ırkların safiyeti kalmadığı için, kimsenin de soy ağacı bulunmadığından, kimin kim olduğu kendi

söyleminden ibaret ve inandırıcı değil.

Kahramanlık duygusu insanları bir arada tutardı. Kahramanlıklarla hayatını kaybedenlerin adının

unutulduğu, ailelerinin unutulduğu, ama iktidarların devam ettiği görülünce bu duygu da insanları bir

arada tutamaz oldu.

Xxxx

Şimdi insanları bir arada tutan tek şey var. İktidar. Kazananlar zevkle birarada’lıklarını sürdürürken,

kaybedenler birbirlerine düşüyorlar.

<