RECEP ARSLAN

RECEP ARSLAN

Felsefe tali konu ama

Kelam ilmi Allah’ın zatı, mevcudatıyla ilgilenmezmiş. Öyle diyor kelamcılar. Ben konunun sadece okuruyum. Ama kelam ilmi sıfatlar, isimler ve fiiller ile ilgili vahiyle sınırlanmış alanda düşünmek. Kelam’da ümmetin geneli tarafından kabul edilen tartışılmaz ilkeler var. Öyle olmazsa bir din bütünlüğünden söz edilemez. Kelam ilkeleri belirleyicidir ve genel kabul görürler. Bu da din birliğini, din kardeşliğini, din beraberliğini getirir. Bu ilkelere sadık kaldığı oranda kişi, dine mensubiyet iddia edebilir.

Felsefede böyle değil. Felsefe kendi başına  tefekkür çalışmasıdır ve her düşünen kendi adına düşünür. Bir başkasının kabul etmesi-etmemesi çok önemli değildir. Bu haliyle felsefe genel kabul gören ilkelere sahip değildir. Sadece genel benzerlik gösteren bir tarafı var. Düşünmek.

 

 

Xxxx

 

Felsefede insan kendi eğitimi, içinde yaşadığı iklim ve çevre, iç ve dış şartlar genişliğinde düşünebilir. Düşünen insan, din alanına girdiğinde belli alanlar hem de çok geniş alanlarla karşılaşır. Din ona bir beka alanı, sonsuzluk alanı, aşkın iktidar sahibini, ölümden sonrasıyla ilgili alanı kazandırır.

Allah hakkında düşünmeye başlayan insanın aklına hemen onun varlığı, nasıllığı gelir. Ama vahiy sınırlarına baktığında bu alanda düşünmenin yasaklandığını fark eder. Peki düşünen insan Allah hakkında ne düşünebilir? Allah’ın isimlerini, sıfatlarını, fiillerini, yaratılmışlar üzerinde  bu isim ve sıfatların tezahürünü, tecellisini düşünebilir kişi.

Allah hakkında düşünürken onun evreni, alemleri yaratışını, ibdayı (yoktan var etmeyi) ve inşayı (var olan malzemeden başka şeyler yaratmayı) düşünmek durumu ortaya çıkar.

 

 

Xxxx

 

Allah’ın varlığını, isim,sıfat ve tecellilerini düşünmeye başladığında insan, karşısında ezel ve ebed olan uluhiyetle karşılaşır. İnsanın yaratılışı, insanın önceki yaratılmışlardan üstün nitelikte yaratılması, insanların bir imtihana tabi tutulması, din ile mükellef kılınmaları, dini anlatan bir kitap ve onu uygulayan bir peygamberle karşılaşır düşünen insan. Bütün bu teşkilatlanma ahireti, adaletin  sağlanması, ödül ve cezalandırma müessesesini gerekli kılar. Kitapta bütün bunlar izah edilir. İzah edilen her konu düşünülebilir, ama vahyin çizdiği sınıra gelindiğinde durmasını bilmek gerek.

Peygamberin uygulaması altın değerindedir. Ama kitapta yazılanlar daha bir altın değerindedir. Kur’an ya da daha önceleri başka İlahi kitaplar işaret edildiler. Bu kitaplara dikkat edilmesi, okunması, uygulanması gerektiği üzerinde duruldu. İlahi kitaplar öcelikle işraet edilendir. Tüm dikkatlerin o kitaplara yönelmesi istenir.

Fakat o ilahi kitaplar ve en son Kur’an okunduğunda başka bir yere işaret edildiği görülür. Keainata, evrene, aleme işaret edilir. İnsan da küçük keainat sayılarakdan, kafaların kaldırılıp evrene bakılması emredilir.

 

 

Xxxx

 

Bu tavırlara  bir takım isimler vererek izmleri ifade etmek mümkün ama gereksiz. Düşünen insan beşeri kalıplarla irtifa kaybeder. Vahyi kalıpla disiplin ve emniyet kazanır.

Aşkın konularla, içinde yaşanılan beşeri haller iç içedir. Bilinmeyen alanlara gayb denilmiş. Bilinen alanlara da müşahede denilmiş. Gaybı ve müşahedeyi düşünen insan disiplin içinde düşünmelidir. Disiplinle düşünen düşünce üretir. Disiplinsiz üreten ise hezeyan üretir.

Müşahede  alemini gayb aleminin gölgesi saymakta, bir beis yok. İsa’dan önce düşünen Eflatun adlı kul da Mağaralar istiaresiyle, benzetmesiyle gayb aleminin varlığını anlatmaya çalışmış olmalı.

 

Xxxx

 

Medeniyetleri birbiriyle yarıştırmaktan vaz geçmek şart. Her medeniyet kendi içinde tutarlı ve geçerlidir. Başkalarından çok, kendimizle ilgilenmek durumundayız. Kendi medeniyetimize sahip çıkarsak, düşünürlerimiz gaybın ve müşahedatın alanlarında düşünürlerse, kendi ferdi alanlarında değil, Allah’ın, vahyin alanlarında düşünürlerse çok büyük, değerli düşünceler üreteceklerinde hiç şüphe yoktur.

<