GÜNÜ YAŞIYORUM DER MİSİNİZ ?..
Yaşam bunalımlarını yılbaşına taşıyanlar, genellikle geleceğe karşı umut tazeleme ihtiyacını duyarlar. Aslında, gelecek bir duygu karmaşasından başka bir şey değildir. Sonucu düşünmek, bir mantık bilmecesiyle meşgul olmak denektir.
Bacaları unutulan, tepesi hatırlanan bir yanardağın ne zaman volkan püskürteceğini düşünmek konusu, aklın hesapları içinde görünmez. Yaşam sonsuz bir yoldur. Hangi eğilimle, hangi virajlarla karşılaşılacağı bilinmez.
Milyonlarca kanser hastasını yaşatan nedir? Tedavi ve bağışlık sisteminden beklenen umutlar.. Bezginlik ve bitkinlik için girerseniz vücudunuzun iç dinamikleri, tükenir, gider.. Doğru olan şey, kendimizi gerçeklerle yaşamaya alıştırmaktır.
Doğal dünyada sadece renk, ışık ve hareket vardır. Dünyanın biçimini, kılıktan kılığa sokan ve bizlere sevimli gösteren de budur. İnsanları umutla oyalayan başlıca aldatmaca budur.
Gözleri kapalı otururken veya uyku gelmesini beklerken insanın zihnini, hayalleri doldurur. Geçmiş özlemi doğar. Beyin, o vakitler daha mutluydun diye, sizi kendi derinliklerine çeker. Hayale kapılmanın aldatıcı etkilerini yaşarsınız. Dolayısıyla huzurun geçmişte mevcut olduğu hükmüne varırsınız.
İşte, varoluşun tılsımlı tarafında buradadır. Beyin sorun yaratmaya müsaittir. Boşlukları da önünüze çıkarabilir. Boşluğa düşenlerin, rüzgarları dizginlemek gibi bir gücü olmaz. Aklı karışan insanların tepkisinden, ruh hastalıkları da doğabilir.
Hastalar, hastalıkları, mutluluklar, mutsuzluklar derken kendi, realist düşüncelere yönelmeniz gerektiğini, önceliklerimiz arasına katılmalıyız.
Yılbaşı gecelerinde ölümcül bir hastalığa yakalanmış olan hastanın tükenmiş duygularına yaşama iradesi aşılayabilir misiniz?
Kimse, yılbaşlarında “umut kırıcı” klinik sonuçlarını düşünmez. Erkekse, yakasına bir gül veya karanfil iliştirir, ruhunu bununla yansıtır. Kadın veya genç kız ise saçlarının arasında çiçek, yahut taç tercihine yönelir.
Yılbaşlarında, başıboş duygularla; çılgınlık atmosferine fırlatılan havai fişekler gibi birden parlayıp sönebileceğini, uzun yaşamının anahtarı olabileceğini düşünen kaç akıllı sayabilirsiniz. Hayat, bu son yazdığımız cümleler kadar uzun kelimelerden ibaret olmuyor.
“Bir insanın kendisini aldattığı kadar, kimse o insanı, o kadar aldatamaz” sözünü ben söylemiş olmayayım..
Toplumun çerçevesini belirleyen şu tabloya göz atalım:
Toplumun huzurunu bozan, cehenneme çeviren, kadınlara saldıran, vuran, öldüren, soyup soğana çeviren, en korkunç katliamları gerçekleştiren ve polisin pençesine düştükten sonra adalet önünde “deli” pozlarına bürünen yığınla insan aramızda yaşıyor. Bunların her biri kırık genlerin ve çevre dürtülerinin ürünü.. Bunların her biri, kimyası bozuk mahlukat.. Manyaklık ve zihinsel çöküşün beyin bozukluklarını yaşayan insanlar.. Ellerini kollarını sallayarak aramızda dolaşıyorlar.. Temeldeki bu sorunlarla yılbaşına giriyoruz.
Fiziksel ve zihinsel düzenin bu arızalı beyinlerine teşhis koyacak toplumsal bir örgütlenmeye gidilmedikçe, saldırgan tiplerin beyin kimyaları hiçbir vakit kodlanamayacaktır.
Yılın başındaki vurdum duymazlıklara, bir de bu teorileri ekleyebilsek ve uğursuz kuşkulardan kurtulabilsek..
Eğer insanda “umut” kalmamışsa, yaşamda olmaz!..
“En çabuk kuruyan şey, gözyaşıdır.” (Çicero)