Hadis ve ayet zikrederek…
Bir hadisi şerifi hatırlatıyor Işıklar. Peygamberimiz hazretleri, siz benim bildiklerimi bilseydiniz az güler çok ağlardınız, demiştir.
Xxxx
Abdullah Işıklar ağabeyin eşi dostu çok, arkadaş çevresi geniş ve her biriyle ilgili hatıraları cemiyete ışık tutacak nitelikte. Zaten o da hatıralarını kendini merkeze koyarak anlatmıyor, aksine arkadaşlarını, bildiklerini, tanıdıklarını merkeze koyarak ve geçmişte olanlardan ders alınmasını arzulayarak anlatıyor.
Cevat Özer diye bir güzel insan vardı. Onun arkadaşı Talip bey bir gün buzdolabını açmış, yarım bir su şişesi. Üstünde bir not:Bu su kiminse bana uğrasın. Parasını vereyim. Notu bırakan İstanbul Basın Savcısı Cevat Özer. Evet böyle insanlarımız da vardı. Zaruretle içtiği suyun kime ait olduğunu bilmeyince parasını ödemek için not bırakacak kadar adalet duygusu taşıyor.
Yaşamadığın İslam’ı anlatma
İslam’dan bahsediyorsan yaşayacaksın.Siyasileri kastediyorum. Muhammed Hamidullah bey bir gün bana anlattı. Rusya’nın başında Kruşçev varken yaşanan bir vaka. Mali buhran olunca maaşını devletine bağışlamış. Adamın aldığı maaşı hesap ettim, Hazreti Ebubekir’in –Allah ondan razı olsun- aldığı maaşın kırk katı kadar. Bana Hazreti Ebubekir’in durumunu hatırlattı.
Ebubekir radıyallahu anha zorla verilen bir maaş varmış. O da almak zorunda olduğu bu paraları alıp çekmeceye koymuş. Sonra bu parayı hazineye iade edilmesi için Ayşe radyallahu anhaya teslim etmiş, ‘Allah için halka hizmet eden para almaz’ demiş. Bu parayı Ömer’e verin beytülmal’e koysun demiş.
Muhammed Hamidullah o maaşın ne kadar olduğunu hesaplamaya çalışmış. Kruşçev’in maaşı Hazreti Ebubekir’in aldığı maaşın kırk katı kadarmış.
Hamidullah İslam’ı anlatırken bu fedakearlıklara dikkat çekerdi.
Taş attırmayın
Cerrahi Tekkesi şeyhi Muzaffer Özak hocanın da şeyhi Fahrettin Bey vardı. O bir gün dedi ki, kardeşlerim taşı atan da attıran da olmayın.
İslam’ı yaşayacaksın. Senin çirkinliklerinle İslam’a taş attırmayacaksın. Bugünkü hadiselere çok üzülüyorum.
Peygamberimiz aleyhisselatü vesellem demiş ki, bir kötülük gördüğünde elinle veya dilinle onu engelle, bunu da yapamıyorsan kalben taraf olma, karşı çık, bugz et. Fakat bu imanın en zayıf derecesidir.
Görelim Mevlaa neyler, Neylerse güzel eyler. Bu kötülüklere üzülmek bile bir ibadettir.
Xxxx
Abdurahman Şeref Güzelyazıcı’yı gördüm.Gayet kibar, yaz günleri kısa kollu gömlek, üzerine ceket giymezdi. Pantolon-gömlek giyerdi. Alim adam, eserleri var. Sonra İstanbul Müftüsü olmuş bir adam. Ömer Nasuhi Efendinin karşısında boynunu büküp hürmetle gözünün içine bakardı.
Şimdi aynen hatırımda o hadise. Ömer Nasuhi Bilmen’e çok giderdim. Haftalık Fetih Gazetem yayındaydı. Beni de severdi. Allah nasip etti. Hemen her gün yanında olurdum. Müftülük binası ahşap. Her basamakta başka ses çıkardı yürürken. Süleymaniye’de. Şimdi bina düzenlenmiş. Hemen ikinci kattaydı Bilmen hoca. Özel kalemi falan da yoktu. Her gördüğümde o yazı yazıyordu. Ama hamamın göbek taşında terleyen adam gibi kan ter içinde yazıyordu.
Koltukların telleri çıkıktı. Oturan dikkat etmezse bir tarafına bir tel batabilirdi.
Abdullah yanıma gel der beni yanına oturturdu.Koltuklara oturduğumuz zaman bu batma hallerini yaşadık. Saat beş olmuştu. İkinci merdivenin kıvrımında bir boşluk vardı. Orada Abdurahman Şeref Güzelyazıcı bizi gördü, durdu, hareketli bir adam. Hop çıktı bizim yanımıza. Bir asker duruşuyla durdu. Selam verdi, hal hatır sordu. Bu kadar edepli bir insandı ama tasavvufla alakası yoktu.