HAMAM OTU (2)
Gide gide eski Üsküdar’ın sokaklarından birine daha dahil oldum. Burada muhtelif dönerci ve ayaküstü atıştırmalık satan dükkanlar vardı. Leziz yemekleri gördüğümde nefsime gem vurdum. Nefsimi azarladım. Yutkunarak oradan uzaklaştım..
Yolumun üzerinde duran bir baharatçı dükkanı nazarı dikkatimi çekti.
Tertemiz , pırıl pırıl bir baharatçı...
Dükkan sahibi girişe pandemiyle ilgili ciddi bir takım yazılar yazmıştı; “Dükkana maskesiz girmek tehlikeli ve yasaktır. Sosyal mesafenizi koruyunuz ! “
Belirtilen hususlar dikkat ederek dükkana girdim.
İçeride satıcıdan başka kimse olmadığına kanaat getirdikten sonra destur istedim. Ruhsat vardır, cevabı üzerine dükkana giriş yaptım.
Biri sakallı ,diğeri sakalsız iki ince genç adam tarafından karşılandım.
Kesecinin zırnık , baharatçının hamam otu diye tarif ettiği nesneyi sordum. Maskeli şahıslar küçük bir pembe kutu getirdiler. Tüy dökücü de denilen nesnenin kullanım şeklini öğrendikten sonra kutuyu büyük bir dikkatle naylon poşetimin bir köşesine yerleştirdim
Kötü kokusuyla şöhret bulan bu ot benim için bir radyoaktif maddeden daha dehşet vericiydi. Sakıncalı bir madde taşır gibi endişeliydim.
Bir istihbaratçı bana rastlayıp durumdan vazife çıkarabilir, poşetlerimi arar, poşetimdeki şüpheli pembe kutuya el koyabilirdi.
Esasen endişem mezkur madde hakkında bilgisizliğimden ileri geliyordu. Bu maddeyi orta yerde açmak uygunsuz bir takım tepkilere yol açabileceğinden açılışı uygun bir zamana bırakmıştım. Açılış muhtemelen kötü kokulara sebep olacaktı...
Gide gide başka alışverişler için Üsküdar’ın içlerine doğru sarktım.
Önünden geçtiğim bir cephesi dar içerisi derin bir koridor olan baharat dükkanına girdim. Mezkur otu, otun fiyatını sordum. Baharatçı, aynı pembe kutu için beş lira fiyat verdi.
Canım sıkıldı. Yaptığım muhasebe ile şöyle bir fikir yürüttüm; kazançsa bu esnaf da kazanıyordu. Peki önceki baharatçı neden bana yüzde yüz oranında bir kazık atmıştı?
Hava sıcak , yorgundum, öfkeliydim. Bu ahlaksızlığa canım sıkılmıştı . Gidip hesabını soracaktım .Hava sıcak, tansiyonum çıktığımdan vazgeçtim. Gitmeye üşendim; “Allah belalarını versin. Haram zırnık olsun ” demekle iktifa ettim.
Pandemiyle birlikte her nesnenin fiyatında dolar artışından ziyade artış olmuştu. Hiç kimse bunun esbabı mucibesini ortaya koyamıyordu.
Çarşamba ve Cuma pazarlarını yakından takip ediyor, zavallı fakir halkımın sebze , meyve ve sair zerzevat önünde iç geçirdiğini, akşama kalan döküntü ucuz mahsulü kolladığını görüyordum.
Kendi kendime içim ezilerek eve dönüyor, akşam karanlığına kalan yoksul insanların karaltıları karanlıkta eriyip gidiyordu.
Hava sıcaktı. Akşama daha çok vardı. Yorgundum. Yüz yıl yaşamış kadar kafam doluydu. Irak'ta , Suriye'de, Türkistan'da , Libya'da, Filistin’de, Afrika'da insanlar öldürülüyor, çocukları, kadınları istismar ediliyordu. Emperyalizm daha çok , petrol, değerli maden ve kâr için daha çok öldürülüyordu. Ölenlerin anıları üzerimizde ağır bir yüktü...
Daha fazla dolaşmayıp eve gitmeye karar verdim. Evde beni çeken bir şey vardı. Yastığım , battaniyem...
Dolmuş durağına doğru yürüdüm. Aldığım pembe kutuyu çoktan unutmuştum az. Herkes maskeli ve birbirine karşı mesafeliydi...
(Bitti)