CEMAL KARABAŞ

CEMAL KARABAŞ

HAMAM OTU (2)

Gide gide eski Üsküdar’ın sokaklarından birine daha dahil oldum. Burada muhtelif dönerci ve ayaküstü atıştırmalık satan dükkanlar vardı. Leziz yemekleri gördüğümde nefsime gem vurdum. Nefsimi azarladım. Yutkunarak oradan uzaklaştım..

Yolumun üzerinde duran  bir baharatçı dükkanı nazarı dikkatimi çekti. 

 Tertemiz , pırıl pırıl bir baharatçı...

 Dükkan sahibi  girişe pandemiyle ilgili ciddi  bir takım yazılar yazmıştı; “Dükkana maskesiz girmek tehlikeli ve yasaktır.  Sosyal mesafenizi koruyunuz ! “

Belirtilen hususlar dikkat ederek  dükkana girdim. 

İçeride satıcıdan başka  kimse olmadığına kanaat getirdikten sonra  destur istedim. Ruhsat vardır, cevabı üzerine  dükkana giriş yaptım. 

Biri sakallı ,diğeri sakalsız iki ince   genç adam tarafından   karşılandım. 

Kesecinin   zırnık  , baharatçının hamam otu  diye tarif ettiği  nesneyi sordum. Maskeli şahıslar küçük bir pembe kutu getirdiler.   Tüy dökücü de  denilen nesnenin kullanım şeklini öğrendikten sonra kutuyu büyük bir dikkatle naylon poşetimin bir köşesine yerleştirdim

 Kötü kokusuyla şöhret bulan  bu ot benim için  bir radyoaktif  maddeden  daha  dehşet vericiydi.  Sakıncalı bir madde taşır gibi endişeliydim.

Bir istihbaratçı bana rastlayıp durumdan vazife çıkarabilir,  poşetlerimi arar, poşetimdeki şüpheli pembe kutuya  el koyabilirdi. 

Esasen endişem mezkur madde hakkında bilgisizliğimden ileri geliyordu. Bu maddeyi orta yerde açmak uygunsuz bir takım tepkilere yol açabileceğinden açılışı uygun bir zamana bırakmıştım. Açılış muhtemelen kötü kokulara sebep olacaktı... 

Gide gide başka alışverişler için  Üsküdar’ın içlerine   doğru sarktım. 

Önünden geçtiğim  bir  cephesi dar içerisi derin bir koridor olan  baharat dükkanına girdim. Mezkur otu, otun   fiyatını  sordum. Baharatçı, aynı  pembe kutu için  beş lira fiyat verdi.

Canım sıkıldı. Yaptığım muhasebe ile şöyle bir fikir yürüttüm; kazançsa bu esnaf da kazanıyordu. Peki  önceki  baharatçı neden bana yüzde yüz oranında bir kazık atmıştı? 

Hava sıcak , yorgundum, öfkeliydim. Bu ahlaksızlığa canım sıkılmıştı .  Gidip hesabını soracaktım .Hava sıcak, tansiyonum çıktığımdan  vazgeçtim. Gitmeye üşendim;  “Allah belalarını versin. Haram zırnık olsun ” demekle iktifa ettim. 

Pandemiyle birlikte her nesnenin  fiyatında  dolar artışından ziyade artış olmuştu. Hiç kimse bunun esbabı mucibesini ortaya koyamıyordu.

Çarşamba ve Cuma pazarlarını  yakından takip ediyor, zavallı fakir halkımın  sebze , meyve  ve sair zerzevat önünde iç geçirdiğini, akşama kalan döküntü ucuz mahsulü kolladığını görüyordum. 

Kendi kendime içim ezilerek eve dönüyor, akşam karanlığına kalan yoksul insanların karaltıları karanlıkta eriyip gidiyordu. 

Hava sıcaktı. Akşama daha çok vardı. Yorgundum. Yüz yıl yaşamış kadar kafam doluydu. Irak'ta , Suriye'de, Türkistan'da , Libya'da, Filistin’de, Afrika'da insanlar  öldürülüyor, çocukları, kadınları istismar ediliyordu. Emperyalizm daha çok , petrol, değerli maden ve kâr için daha çok öldürülüyordu. Ölenlerin anıları üzerimizde ağır bir yüktü...

Daha fazla dolaşmayıp eve gitmeye karar verdim. Evde beni çeken bir şey vardı. Yastığım , battaniyem...

Dolmuş durağına doğru yürüdüm. Aldığım pembe kutuyu çoktan unutmuştum az. Herkes maskeli ve birbirine karşı mesafeliydi...

(Bitti)

<