HANEDAN'IN MANEVİ OĞLU: OSMAN
Sene 1640, IV. Murat öldüğünde tahta kardeşi İbrahim geçti. İbrahim, hiddetli padişah IV. Murad’ın saltanatı döneminde boğdurulan üç kardeşinin acısına dayanamamış ve hem korku hem üzüntü sonucu büyük buhranlar geçirmişti. Dolayısıyla henüz tahta çıktığında bir padişah için gerekli yeterliliklerden bir parça yoksundu. Hatta geçirdiği psikolojik travmalar onu o denli şüpheci yapmıştı ki, annesi Mahpeyker Kösem Sultan abisinin ölüm haberini şehzade İbrahim’e verdiğinde bir müddet inanmamış bunu IV. Murad’ın bir oyunu sanmıştı.
Neyse efendin İbrahim Padişah olmuştu ve Hanedan-ı Âli Osman’a derhal şehzade verilmesi gerekmekteydi. Bu arada saraya getirilen cariyeler arasında Zafire isimli bir genç kız, çocuğu olduğu için Kızlarağası Sünbül Ağa tarafından saraya sütnine olarak takdim edildi. Zafire beyaz tenli ve kapkara gözlü esrarengiz bir güzeldi. İbrahim güzel sütnineye ve bilhassa çok güzel olan Zafire’nin oğlu küçük Osman’a derhal büyük bir teveccüh göstermişti. Bu hal, İbrahim’e Mehmed isimli bir şehzade veren narin ve hassas genç Turhan Sultan’ı, muhteşem ve mağrur Kösem Valide’yi müteessir ediyordu. Sarayın altın yaldızlı kameriyelerinde, İbrahim, yanına Zafire’yi alır, küçük Osman'ı da dizine oturtarak severdi. O zaman Turhan Haseki istikbalin Avcı Sultan Mehmed'i olacak olan şehzadesini bağrına basar, kırılmış gururuyla, haremin içine girerek gözden kaybolurdu. Zafire’yi takdim eden kızlarağasına karşı Kösem Sultan ile Turhan Sultan büyük bir nefret beslemeye başlamışlardı ve Sünbül Ağa bunun farkına varıyordu. Nihayet, sonbahara doğru bir vaka zuhur etti;
Bir gün, İbrahim, Revan Odası'nın önündeki mermer havuz kenarına oturmuş, Osman’ı kucağında oynatıyordu. Artık bütün sabır ve tahammülü tükenmiş olan Turhan Sultan şehzadesiyle beraber İbrahim’e yaklaştı ve sütnineyi ağır kelimeler sarf ederek haşin bir ana gururuyla padişahın yanından kovdu. İbrahim, ani bir cinnet hamlesiyle yerinden fırladı, Turhan Sultan'ın kucağından kendi oğlunu kaptı. Şehzade Mehmed bir an içinde babasının kolları arasında havaya kalktı. Turhan Sultan bir çığlık kopararak bayılmıştı. İbrahim, havaya kaldırdığı oğlunu, korkunç bir hareketle, büyük mermer havuza fırlattı ! Şehzade Mehmed evvela havuzun ortasındaki mermer fıskiyeye çarptı ve sonra ikinci bir kavis çizerek, havuzun berrak sularına gömüldü. Bu hareket o kadar ani olmuştu ki, orada bulunanlar yerlerinden bile
kıpırdamaya vakit bulamamışlardı. Ancak, içoğlanlarından birisi, itidalini kaybetmeyerek havuza atlamış ve lahzada, Şehzadeyi kucaklayarak onu ölümden kurtarmıştı. Şehzade'nin alnında derin bir yara açılmıştı.
Bu vaka üzerine, sütnine artık sarayda duramadı. Sünbül Ağa da başına bir felaket geleceğini anlayarak, İbrahim’den müsaade istedi ve (Dârüssaade üş-şerife ağalarının mutat menfası olan) Mısır’a gitmeye karar verdi. Ağa, valide sultanların kendisinden müthiş bir şekilde intikam alacaklarından o kadar korkuyordu ki, deniz seyahatleri mevsiminin geçmiş olmasına rağmen, İbrahim Çelebi ismindeki bir gemicinin kalyonuna bindi. Sünbül Ağa fevkalade acele ettiğinden İbrahim Reis gemisine lüzumu kadar top, barut ve tüfek alamamıştı; levent tedarik edememişti. Kızlarağası “beş Mısır hazinesi ile elli adet hasna cevarîler, nice gulamı mehpareler, kırk adet küheylan atlarla” gemiye bindi Adalar Denizi’nde dolaşmakta olan altı tane Malta korsanı çektirmesi, Reis İbrahim Çelebi kalyonunun, kızlarağasının hazinesiyle beraber topsuz tüfeksiz ve leventsiz yola çıktığını haber alarak, Mısır yolu üstündeki adalardan birine pusu kurdular. Bilhassa, gemide bulunan cariye ile oğlunun şöhreti etrafa yayılmıştı. Nihayet Rodos’u geçtikten sonra Malta gemileri kızlarağasının bindiği kalyona hücum ettiler. Sünbül Ağa, İbrahim Çelebi ve gemide bulunanlar vuruşa vuruşa telef oldular.
Fakat, Zafire, oğlu Osman ve diğer cariyeler, kızlarağasının bütün servetiyle beraber Maltalıların eline geçti. Küçük Osman ile validesi Malta’ya muvasalatlarında büyük şenliklerle karşılandılar. Avrupa’da derhal “Sultan İbrahim’in büyük oğlu Osman’ın” esir edildiğine dair şayialar çıktı. Frenkler Osman’ı, İbrahim'in oğlu zannetmişlerdi. Malta korsanlarının reisi bulunan Laskaris, Osman’a kendi sarayında bir daire tahsis etti. Bu çocuk, o zamanlar Avrupa'yı tehdit eden Türklere karşı, tıpkı Sultan Cem vakasında olduğu gibi bir alet olarak kullanılacaktı. Zafire Malta'ya muvasalatından üç ay sonra öldü. Yapayalnız kalmış olan Osman on iki yaşına kadar Malta korsanları reisinin şatosunda büyütüldü. On iki yaşına gelince bir manastıra verildi. Çocuğu Hıristiyan yapmak istiyorlardı. Osman uzun müddet mukavemet ettikten sonra nihayet büyük merasimle vaftiz edildi. Çocuğa Dominik dö sen-Toma adını koydular. Fakat biçare Osman“Osmanlı Papazı" diye şöhret buldu. Osmanlı Papazı İspanya’nın meşhur Salamank dârülfünununa gönderildi. Orada ilahiyat tahsil etti. Sonra Roma'ya gitti, felsefe okudu. Siması o kadar güzeldi ki her görenin üstünde iyi bir tesir bırakıyordu. Fakat Maltalılar Osmanlı Papazı'ndan umdukları istifadede bulunamadılar. Osman'ın İbrahim'in oğlu olmadığı anlaşılmıştı. Girit cenginin son senelerindeydi. Girit"e gönderildi. Osman'ın Türk ordusunda bir nifak çıkartması teşebbüsünde bulunuldu. Fakat Osman’ın gönderdiği mektuplara, Fadıl Ahmed Paşa ordusundan atılan Türk topları cevap verdi. Daha sonra Osman verem oldu ve otuz dört yaşındayken Malta'da öldü. Hayatı doğduğu dakikadan itibaren avare bir macera olmuştu.
1 Tarihi Gilmanî, s. 13.
2 Bugünkü Emirgân'da (“Emirgân* ismi Emirgûne Han’ın
isminden alınmıştır).
3 Ahmed Refik, Samur Devri
4 Ahmed Refik, Samur Devri
Yazımızı akademide binlerce atıf alan ve bizim de sıklıkla başvurmaktan onur duyduğumuz, sosyal tarihin kurucusu ve öncüsü Reşad Ekrem Koçu’nun kalemiyle bitirelim.
“Bu yazıları, tarihi istismar niyetiyle yazmadım. Bunlar, tarihten çıkarılmış küçük küçük sahneler, portrelerdir. Modeller hakikidir, şahıslar uydurma değildir. Hadiseler, yazdığım gibi cereyan etmiştir. Fakat bunlar, bir fotoğrafla çekilmiş değil, fırça ve boya veyahut kalemle yapılmış resimlerdir. Öyle zannediyorum ki, bu resimler, gençler ve halk için faydalı olabileceği gibi “cemiyet ilmi”nin de işine yarayabilecektir.”
Reşit Ekrem Koçu