HASTANELERİN FERYADI
Senelerdir Türkiye’de yürütülen sağlık politikaları, vatandaşı bırakın bir nebze olsun rahatlatmayı daha da içinden çıkılmaz bir hale dönüştürmüştür. Yönetime geçen tüm partilerin uygulama koydukları sağlık politikaları sürdürülebilirlik bir yana sadece belli bir dönem için uygulanmış, sonrasında tabiri caiz ise “Eski tas, eski hamama” dönmüşlerdir.
Hani bir laf vardır, etrafımda çok bildik tanıdık doktor olmasına rağmen “ALLAH KİMSEYİ DOKTORA DÜŞÜRMESİN DOKTORSUZDA BIRAKMASIN” deriz.
Günümüz Türkiye’sinde o kadar çok tıp fakültesi açıldı ki, hemen hemen her ilde bir tane var. Var da buralarda okuyan öğrencilerimiz hakkı ve layığı ile yetişiyor mu? Daha hiç Hayatında kadavra görmeden tıp fakültelerinden mezun olan doktorlarımız var. Kendisini bu mesleğe gerçekten adayıp altı sene gibi uzun ve ağır bir eğitimden geçip mezun olan doktorlarımızın ömrü, aslında sadece okumak ve hastanenin dört duvarları içinde geçiyor. Her hastaya sabırla, itina ile bakmaya çalışan, dertlerini dinleyen “Beyninde TIP bilgisi, yüreğinde İNSAN sevgisi barındıran gerçek HEKİMLER”, öte tarafta da “Kafasında tıp bilgisi ama kalbinde insan sevgisi” taşımayanlarda yok değil.
Tıp o kadar dallara ayrıldı ki vücudumuzdaki her organın ayrı bir branşı mevcut. Bizlerin bile bilmediği, bazen adını ilk defa duyduğumuz ve “ Google amcaya” sorduğumuz ne olduğunu öğrenmeye çalıştığımız branşlar.
Düşünsenize 81 milyon vatandaşımızın dışında, Türkiye’ye iltica eden sığınanlar hariç, insanlar var. Peki! Hastanelerimizin hepsi yeterli ileri teknolojili donanıma sahipler mi? Bazıları istisna diğerlerinde yok gibi, hastane yönetimleri bu konularda yeterli adımları atıyorlar lakin bizim sağlık politikalarımız yetersiz ve kifayetsiz kalıyor çoğu zaman.
Geçen senelerde çok konuşuldu hatırlayanlar olacaktır, yurt dışından doktor ithal etmek. İlk başta ben karşı çıkmıştım kendimce, bizim yöresel kelimelerimizi anlayabilecekler mi diye, çünkü bizim insanımız göğsüm ağrıyor demez, böğrüm ağrıyor der. Hastalar hangi yörede yaşıyorsa oranın ağzıyla konuşur. Bunu bir yabancı doktora tercüme etmek hele de o yörenin ağzını bilmiyorsa çok zordur, anlamaz, anlayamaz.
Zordur benim ülkemin halkını anlamak, hele de hasta ya da hasta yakını ise, bir an önce kendi işi görülsün ister, beklemeği diğer hastalara saygı duymayı bilmez. Doktorlarında “İNSAN” olduğunu unutur. Onlar için hastalanma, tatil, dinlenme lüksün yoktur. “DOKTOR ADAM HASTA OLUR MU HİÇ” der. Hele bir de bir doktordan memnun kaldıysa ölse de ona danışmadan başka doktorun verdiği ilacı kullanmaz.
Tıp fakültelerinde okuyan doktor adaylarımızın işleri zor, lakin önce sakin kalmayı hasta ve hasta yakını psikolojisinden anlamalıdırlar ve en önemlisi kendilerine gelen hastaları güler yüzle tatlı dille karşılamalıdırlar. Belki de ilk senelerinde hasta psikolojisi, hastaya yaklaşım konusunda da ders almalıdırlar ki, hastanelere gidildiğinde neyin var neden geldin gibi asık suratla halinden bezmiş işim bitse de gitsem modunda olmasalar.
Gelelim güzel ülkemin güzel hastalarına, onlarda sabırlı olabilseler, saygıyı elden bırakmasalar, hastanelerde doktorların odalarının kapısında kuyruk olmasalar, sıralarına riayet etseler, doktorlarımızı tehdit edip dövmek yerine onların ROBOT değil de, İNSAN olduklarını anlayabilseler.
Hani yazımın başında da demiştim ya “ALLAH KİMSEYİ DOKTORA DÜŞÜRMESİN DOKTORSUZDA BIRAKMASIN” diye. Hep özenmişimdir, Avrupa’daki hastane ortamlarına orada hastaysanız ve yatıyor iseniz, yanınıza refakatçi kabul etmezler. Hastaneler son derece bakımlı ve temizdirler. Bizdeki gibi refakatçi hastanın ilaç düzenini serumunu takip etmez. Avrupa da bu işlerden hemşireler sorumludur, siz ancak ziyaret zamanı gider hastanızı görür doktorundan bilgi alır evinize dönersiniz. Bilirsiniz ki sizden daha iyi bakacak kollayacak personel var.
Biz Türk insanı öyle mi? Hastamızı kimseye emanet edemeyiz, işlerimizi gördürmek için gece hastabakıcı ararsın cebine 3-5 kuruş koydun mu senin kulun kölen olur. Ama bu 3-5 kuruşu gün aşırı yapmalısınız, 3-5 kuruş dediğime bakmayın en az 20 TL ve üstü paralar nelere kadir değil. Hadi biraz parası olan bunu zaten yapıyor, ya parası kimsesi olmayan ne yapıyor? O zamanda refakatçileri devreye giriyor, birde ziyaret zamanı gelen hasta yakınları, ziyaret saati hastane yemeği yemesin diye evden getirilen yemekler, ziyaret saati dolunca gitmek istemeyen yakınlarımız eşimiz dostumuz.
Biliyorum, hastalarımızı içimiz vicdanımız el vermiyor hastanelere emanet etmeye, hastane bahçelerinde yatıp kalkıyoruz sanki hastamıza bir durum olsa biz mücadele edebilecekmişiz gibi.
Şehir hastaneleri belki bir nebzede olsa üniversite hastanelerinin yükünü azaltabilir. İyi doktorların daha çok para kazanmak yerine, özel hastanelere değil de, şehir ya da üniversite hastanelerini tercih etseler. Halkımız daha bilinçli olup özellikle ilçelerdeki hastanelerde çalışan doktorlarımızı bir iki kişinin şikayet’i ile görevden alınmalarına yada görev yerlerinin değiştirilmesine müsaade etmese, sahip çıksa doktoruna, hemşiresine, personeline.
İşsizlik arttı diyoruz ya aldı başını gidiyor diye, isteyen gönüllü içinde insan sevgisi olan işsiz gençlerimize bakanlıkça gerekli hasta bakıcılığı eğitimi verilse, her hastayı hastanelerde güler yüzlü, prezantabl (düzgün giyimli) çalışanlar karşılasa, hastayı kapıdan alıp gerekli işlemlerini yaptırsa ve hasta yakınıyla beraber beklese, hastanın işi bitince güler yüzle yolculasa. Hasta yatacaksa yanında kalsa ve maaşını devletten alan çalışkan güvenilir personel olsa ki hasta yakınları, yabancı uyruklu tanımadığı bilmediği insanlara dünya kadar para harcamasa bir nebze de olsun işsizliğe çare olmaz mı?
Önce sağlık bakanlığına o liyakate sahip kişiler getirilmeli, lösemi, MS, kanser hastaları gibi hastalar başta olmak üzere tüm ilaçlarımızı devlet karşılamalı. İlaç yok sözünü duymasak eczanelerden, bu tür ilaçlar yurt dışından getirilmeyip kendi imkanlarımızla kendi ilaç fabrikalarında üretilse, şu dışa bağımlılıktan kurtulabilsek artık. Bürokrasi, yazışmalar dosya beklemeler kalksa arkası olanla, olmayan garip vatandaşımda aynı ölçüde aynı anlayışla aynı hizmeti alsa, ne güzel olurdu değil mi?