HAVAALANINDA
HAVAALANINDA
Arkamda depremle yerle bir olmuş şehri terk ediyordum. Havaalanına gidiyordum.
Merkezden havaalanına gidecek servis, şehirden uzak iki duraktan yolcu alıyordu. Ben ise batıdaki durağı tercih ediyordum. Bu durak şehre gelen ağır misafirleri ağırlayan seçkin bir otelin önüydü.
Otelin lobisi geniş ve güzel döşenmişti. Lobisinin bir köşesinde şehrin film festivaline gelen sanatçıların anısına basılmış, resimli büyük albümler ile eski belediye başkanına verilmiş bir plaket vardı.
Sağ taraftaki koridorda tuvaletler, lavabolarda sıcak sular akıyordu.
Havaalanı servis durağı olarak kabul görmüş bu otel, ne var ki, otel önünde bekleyenler için bir bank bile koymamıştı.
Bu sebeple bekleyen yolcular bavullarının başında ayakta kazık gibi dikilir, ayaklarına kara sular inerdi.
Taksiler de elbette bir tercihti. Ancak pahalı bir tercih...
· Bir diğer tercih ise dolmuş taksiydi. Tabii rastlamak tamamen şanstı.
Durum bu olunca ben de servis beklerken otelin “reception" undaki genç görevliye başvurur, servisi lobide oturarak beklerdim.
Son gidişimde de öyle oldu. Depremden kurtardığın bazı eşyamı bir çantaya koyup yanıma almıştım. Lobide sabahın köründe kalkacak uçağın servisini bekliyorum. Gün henüz ağarmamış, sabah ezanı okunmamıştı.
İki gündür uykusuz ve yorgundum. Oturduğum yerde dalmışım...
...Bir adliyedeyim. Uzak mi uzak bir yerde; bir jandarma bölgesindeyim. Jandarma kapıyı açıp adliyenin cümle kapısını gösterdi.
İçeri girdim.
İçeride mahkeme katipleri , müdürler ve müstahdemler sırt sırta verip kurulu düzende yerlerini almış son derece ciddi yüz ifadelerini takınmış beni bekliyorlardı. Yazı işlerinde masa masa üstünde, evraklar evraklar üstündeydi. dolaplarda dosyalar tıklım tıklımdı. Kül renkli bir kedi dolap üzerinde uzanmıştı.
Katipler, katibeler, hademeler, odacıklar sırt sırta vermiş, yorgun, bezgin; gözleri üzerimde bir elime, bir saatin akrebine bakıyorlardı ...
Mutfakta çalışan sıradan bir ev hanımı izlenimi veren şişman katibeye derdimi bir türlü anlatamıyordum! Katibe uzun tırnağını törpülerken peltek peltek dura kalka ; eski vasi istifasını vermiş. Gene vermesi lazım; yeni vasi eski vasiyle birlikte beyanda bulunacak !..
Israrım sonuç vermeyince bir umut genç yazıişleri müdürüne başvuruyorum. Kısa boylu dediğim dedik, çaldığım düdük görünmez dizginlerini ele almış kırk kırkbeş yaşlarını yaşayan yazı işleri müdürü uzun bir telefon konuşmasından bir müddet sonra başını bile kaldırmadan ; olmaz, eski vasi de gelecek ! diyor.
Beni hafakanlar basıyor. Saçımı başımı yolacağım ama kimsenin umurunda olmayacak;
Ah ulan bürokrasi ah ! Bu dar zamanda, bu deprem zamanında da boynuma yağlı kement oldun Ben şimdi eskisini nerede bulacağım, diye yırtınıyorum .
Asansörde genç bir avukat neden icap ettiyse müvekkiline ; adliyemiz yedi ayrı yerde. Birine gittik mi diğerine yetişemiyoruz" diye yakınıyor...
Müvekkili de sürekli başını sallayarak onaylıyor.
Modern zamanların önemli bir makamı olan ön büronun kapısı açık, memur ortada yok ! Ön büronun müdavimlerinden biri ; adamın evi uzak yerde, servise yetişmek için erken çıkıyor, diyor.
Jandarmalar dış kapıda , katipler bilgisayar başında, katibeler tırnaklarını törpülüyor eski daktilolar başında; koridorlarda ortalığa saçılmış dava, cevap, cevaba cevap dilekçeleri ile mahkemelerin bazı dairelere yazdıkları müzekkere cevapları arasında kapı önlerinde yatan iş sahipleri yorgun, gözleri akmış körler gibi sabırla bekliyorlar. Yargıçlar kapılarını kapatıp yedi ayrı yerde hüküm kuruyorlar...
Birden uyandım. Lobide uykunun esiri olmuşum. Eşyamı alıp dışarı koşturdum. Otelin önünde köy minibüsünü bekleyen memurdan bir adam ; servisi kaçırdın . Biraz önce kalktı, diyor...
Ortada kalakalıyorum...
Bir müddet ortada dolaştıktan sonra , kul daralmayınca Hızır yetişmez, sözü mucibince bir dolmuş taksi, durağa yanaşıp beni üçüncü yolcu olarak alıyor...
Taksideki iki gençten biri oyun yazılımıyla meşgul olup hatırı sayılır paralar kazandığını söylüyor. Şoför sol dirseğini açık pencereden çıkarmış sigara içiyor...
Yarım saatlik bir yolculuktan sonra havaalanına ulaştık.
Güvenlikten sorunsuz geçip salondaki kalabalığa dahil olup bilet sırasına girdik...
Giren biletini alıp çıkıyor, giren çıkıyor...Sonunda sıra bana geldi. Kimliğimi uzattım. Gişe görevlisi kız; size bilet veremem. Adınızın ve soyadınızın ilk iki harfinden sonrası eksik ! diyor.
İnternetten alıp parasını ödediğim bilete şahsi bilgilerimde adımın ve soyadımın ilk iki harflerinden sonrası yok !
Sözlü, mesajlı, telefonlu müzakereler fayda etmiyor ; TC numarası, doğum yeri, tarihi tutmasına rağmen itirazlarım kabul görmüyor, şirket seyahatime izin vermiyor !
Uluslararası uçuş kurallarına, kanuna, meri mevzuata aykırıymış !
Mevzuat hukuka aykırı hareket ediyor...Aracı acente, uçak şirketi numaraları aranıyor, telefonlar da nuh diyor peygamber demiyorlar ; sonunda kalbim kırılmasın diye şöyle bir yol öneriliyor;
- Bekleyin gün içinde size dönülecek!
-Kaç saat sonra dönülecek ?
- Yedi gün içinde...
-Uçak kalktıktan sonra öyle mi ?!
-Evet maalesef ...
- Bilet paramı iade edin!
-Maalesef iade edemeyiz. Kurallara aykırı...
- Nasıl ödemezsiniz, paramı gasp mı ediyorsunuz?
-...
- Anayasal suç işliyorsunuz; seyahat hürriyetimi engelliyorsunuz! Sonu kötü olur bakın!
-....
Tepem atıyor...Kızarıp bozarıyor, mevzuata lanetler okuyorum.
Hocalar bizlere hukuk fakültelerinde boşuna hukukun üstünlüğü ‘nden dem vurmuşlar !
Gerçekte ise hukuk değil, bürokrasinin mevzuat hazretleri üstünmüş !
Zaten okullarda bizlere çok şeyi yanlış öğretiyorlar!
Okullarda insanlık, ahlak, vicdan nasıl kullanılır ; öğretilmiyor !
Nerede uluslararası andlaşma sözleşme, anayasa hükümleri?..
Nerede seyahat hürriyeti?
Havaalanında kalakalıyorum. Uçak bensiz uçuyor !
Yıkık şehirde ortada ! Ben şimdi nereye, nasıl gideceğim ? Kime ne derdimi anlatacağım ? Randevularımın aciliyeti kimin umurunda ? Kaybolan zamanımı kim telafi edecek ?
Peki biletini alan şu hukukçu meslektaşım da mi beni duymuyor? Kulağını tıkayıp oğlunu kolundan çeke çeke uçağa götürüyor !
Otobüs terminaline gidip onaltı saat sürecek otobüs yolculuğu için bilet alıyorum...
İstanbul' a iner inmez tüketici hakem heyetine (*) gidip uçak şirketini şikayet edeceğim...
Beklerken Adıyamanlı bir adamla tanışıyorum. Adam şalvarlı, sıkı giyinmiş, başı külahlı, yetmişli yaşları yaşayan biri. Kırık çıkıkta “ Allah vergisi" sülaleden bir şifacı...
Birden bir kadın gelip adamın eline yapışıp öpüyor, ağlıyor. Adam da ağlamaya başlıyor. Koca adam iki gözü iki çeşme! Ağlıyor... Ağlıyor...
Öğrendim ; karısını yıkıntılar arasında bırakmış... Şimdi yalnız bir başına oğlunun yanına ; İstanbul'a gidiyormuş...
------------
(*) tüketici heyet ne cevap verecek , merakla bekleyeceğim..