CEMAL KARABAŞ

CEMAL KARABAŞ

HAVAALANINDA

HAVAALANINDA

Arkamda depremle yerle bir olmuş şehri terk ediyordum. Havaalanına gidiyordum.

Merkezden havaalanına gidecek servis,  şehirden    uzak iki duraktan yolcu alıyordu.  Ben  ise    batıdaki durağı tercih ediyordum. Bu durak şehre gelen ağır misafirleri ağırlayan  seçkin bir  otelin önüydü.

Otelin lobisi geniş ve güzel döşenmişti. Lobisinin bir köşesinde şehrin film festivaline gelen sanatçıların anısına basılmış, resimli büyük albümler ile eski belediye başkanına verilmiş bir plaket vardı.

Sağ taraftaki koridorda tuvaletler, lavabolarda sıcak sular akıyordu.

Havaalanı servis durağı olarak kabul görmüş bu  otel, ne var ki,  otel önünde bekleyenler için   bir bank bile  koymamıştı.

Bu sebeple bekleyen yolcular bavullarının başında  ayakta kazık gibi dikilir, ayaklarına kara sular inerdi.

Taksiler de elbette bir tercihti. Ancak pahalı bir tercih...

· Bir diğer tercih ise dolmuş taksiydi. Tabii rastlamak tamamen şanstı.

Durum bu olunca ben de servis beklerken  otelin “reception" undaki genç görevliye başvurur, servisi lobide oturarak beklerdim.

Son gidişimde de  öyle oldu. Depremden kurtardığın  bazı eşyamı bir çantaya  koyup  yanıma almıştım.   Lobide sabahın köründe   kalkacak  uçağın servisini bekliyorum. Gün henüz ağarmamış, sabah ezanı okunmamıştı.

İki gündür  uykusuz ve yorgundum. Oturduğum yerde dalmışım...

...Bir  adliyedeyim. Uzak mi uzak bir yerde;  bir jandarma bölgesindeyim. Jandarma  kapıyı açıp adliyenin cümle kapısını gösterdi.

İçeri girdim.

İçeride mahkeme katipleri , müdürler  ve müstahdemler sırt sırta verip  kurulu düzende yerlerini almış son derece ciddi  yüz ifadelerini takınmış beni bekliyorlardı. Yazı işlerinde masa  masa üstünde, evraklar evraklar üstündeydi.  dolaplarda dosyalar  tıklım tıklımdı. Kül  renkli bir kedi dolap üzerinde uzanmıştı.

Katipler, katibeler, hademeler, odacıklar  sırt sırta vermiş, yorgun, bezgin;  gözleri üzerimde bir elime, bir  saatin akrebine bakıyorlardı ...

Mutfakta çalışan  sıradan bir ev hanımı  izlenimi veren şişman katibeye  derdimi bir türlü  anlatamıyordum!  Katibe  uzun tırnağını törpülerken peltek peltek dura kalka  ; eski vasi istifasını vermiş. Gene vermesi lazım;  yeni vasi eski vasiyle    birlikte beyanda  bulunacak !..  

Israrım sonuç vermeyince  bir umut genç yazıişleri müdürüne başvuruyorum. Kısa boylu dediğim dedik, çaldığım düdük görünmez dizginlerini ele almış kırk kırkbeş yaşlarını yaşayan yazı işleri müdürü uzun bir telefon konuşmasından bir müddet  sonra başını bile kaldırmadan   ; olmaz, eski vasi  de gelecek !  diyor.

Beni hafakanlar basıyor. Saçımı başımı yolacağım ama kimsenin  umurunda olmayacak; 

Ah ulan bürokrasi  ah ! Bu dar zamanda, bu deprem zamanında da boynuma  yağlı  kement oldun Ben şimdi eskisini nerede bulacağım, diye yırtınıyorum .

Asansörde  genç bir avukat neden icap ettiyse  müvekkiline ; adliyemiz yedi ayrı yerde. Birine gittik mi diğerine yetişemiyoruz" diye yakınıyor...

Müvekkili de sürekli başını sallayarak onaylıyor.

Modern zamanların önemli bir makamı olan ön büronun  kapısı açık,  memur ortada yok ! Ön büronun müdavimlerinden biri ; adamın  evi uzak yerde, servise yetişmek için erken çıkıyor,  diyor.

Jandarmalar  dış kapıda , katipler bilgisayar başında, katibeler  tırnaklarını törpülüyor eski daktilolar başında; koridorlarda ortalığa saçılmış dava, cevap, cevaba cevap dilekçeleri ile mahkemelerin bazı dairelere yazdıkları müzekkere cevapları  arasında   kapı önlerinde yatan  iş sahipleri     yorgun, gözleri akmış körler gibi sabırla bekliyorlar. Yargıçlar kapılarını kapatıp yedi ayrı yerde  hüküm kuruyorlar...

Birden uyandım.  Lobide uykunun esiri olmuşum. Eşyamı alıp dışarı koşturdum. Otelin önünde köy minibüsünü bekleyen memurdan bir  adam ;  servisi kaçırdın .  Biraz önce kalktı,  diyor...

Ortada kalakalıyorum...

Bir müddet ortada dolaştıktan sonra , kul daralmayınca Hızır yetişmez, sözü  mucibince bir dolmuş taksi, durağa yanaşıp  beni üçüncü  yolcu olarak alıyor...

Taksideki iki gençten biri  oyun yazılımıyla  meşgul olup hatırı sayılır paralar kazandığını söylüyor. Şoför sol dirseğini açık pencereden çıkarmış sigara içiyor...

Yarım saatlik bir yolculuktan sonra  havaalanına ulaştık.

Güvenlikten sorunsuz geçip salondaki kalabalığa dahil olup  bilet sırasına  girdik...

Giren biletini alıp çıkıyor, giren çıkıyor...Sonunda sıra bana geldi. Kimliğimi uzattım. Gişe görevlisi  kız; size bilet veremem. Adınızın  ve   soyadınızın ilk iki harfinden sonrası   eksik ! diyor.

İnternetten alıp parasını ödediğim bilete  şahsi bilgilerimde    adımın  ve  soyadımın  ilk iki harflerinden sonrası yok !

Sözlü, mesajlı, telefonlu müzakereler fayda etmiyor ;  TC numarası, doğum yeri, tarihi tutmasına rağmen itirazlarım  kabul görmüyor, şirket seyahatime izin vermiyor !

Uluslararası uçuş kurallarına, kanuna, meri mevzuata aykırıymış !

Mevzuat  hukuka aykırı hareket ediyor...Aracı acente, uçak şirketi numaraları aranıyor, telefonlar da nuh diyor peygamber demiyorlar ; sonunda kalbim kırılmasın diye  şöyle bir yol  öneriliyor;

 - Bekleyin gün içinde size dönülecek!

-Kaç saat sonra dönülecek ?

- Yedi gün içinde...

-Uçak kalktıktan sonra öyle mi ?!

-Evet maalesef ...

- Bilet paramı iade edin!

-Maalesef  iade edemeyiz. Kurallara aykırı...

- Nasıl ödemezsiniz, paramı  gasp mı ediyorsunuz?

-...

 - Anayasal suç işliyorsunuz; seyahat hürriyetimi engelliyorsunuz! Sonu kötü  olur bakın!

-....

Tepem atıyor...Kızarıp bozarıyor, mevzuata lanetler okuyorum.

Hocalar bizlere hukuk fakültelerinde  boşuna hukukun üstünlüğü ‘nden dem vurmuşlar !

Gerçekte  ise hukuk değil, bürokrasinin mevzuat hazretleri üstünmüş ! 

Zaten okullarda bizlere çok şeyi yanlış öğretiyorlar!

Okullarda insanlık, ahlak, vicdan nasıl kullanılır ;  öğretilmiyor !

Nerede uluslararası andlaşma sözleşme,  anayasa hükümleri?..

Nerede seyahat hürriyeti?

Havaalanında kalakalıyorum. Uçak bensiz uçuyor ! 

Yıkık şehirde ortada ! Ben şimdi nereye, nasıl  gideceğim ? Kime ne derdimi anlatacağım ? Randevularımın aciliyeti kimin umurunda ?  Kaybolan zamanımı kim telafi edecek ? 

Peki   biletini alan şu  hukukçu  meslektaşım da mi  beni duymuyor? Kulağını tıkayıp oğlunu kolundan çeke çeke  uçağa götürüyor ! 

Otobüs terminaline gidip onaltı saat sürecek  otobüs yolculuğu için  bilet alıyorum...

İstanbul' a iner inmez  tüketici hakem heyetine (*) gidip  uçak şirketini  şikayet edeceğim...

Beklerken Adıyamanlı bir adamla tanışıyorum. Adam  şalvarlı, sıkı giyinmiş, başı külahlı, yetmişli  yaşları yaşayan biri.    Kırık çıkıkta “ Allah vergisi" sülaleden bir şifacı...

Birden bir kadın gelip  adamın  eline yapışıp öpüyor, ağlıyor.  Adam da  ağlamaya başlıyor. Koca adam iki gözü iki çeşme! Ağlıyor... Ağlıyor...

Öğrendim ; karısını yıkıntılar arasında bırakmış... Şimdi yalnız bir başına oğlunun yanına  ; İstanbul'a  gidiyormuş...

------------

(*) tüketici heyet  ne cevap verecek , merakla  bekleyeceğim..

<