CEMAL KARABAŞ

CEMAL KARABAŞ

HAYDI ABBAS, VAKİT TAMAM !"

Cahit Sıtkı Tarancı’nın  “Haydi Abbas  vakit tamam;  Akşam diyordun, işte oldu akşam,” dediği gibi  sonunda vakit tamam oldu, ömrümün akşamında emekli oldum. 

Adettendir ; geride kalanlar  emekli olan “Abbas” onuruna bir veda yemek verir, yemeği düzenleyenler Abbas’ın gelmiş geçmişi hakkında nutuk irat  ederler ; onun ne kadar iyi bir memur, yeri doldurulamayacak iyi bir insan olduğundan söz ederler.  

Ben ise bu tür davetleri sevmem. Katılmam da. Şaşalı plaket takdimi törenlerinden hazzetmem. Yemek bedellerinin davet edilen “misafirlerden” alınmasını da etik bulmam.

Ne var ki, bütün direnişime rağmen, oda başkanımızın manevi tazyikine dayanamayıp yemeğe katılma kararı aldım. Kararım oda bünyesinde sevinçle karşılandı. Zira yeni yönetim daha ilk icraatında kendisi ortada olmayan “Abbas onuruna” yemek verip de , Abbas’ın katılmaması , bazı muhalif ve  müzevirlerin ağızlarında  günlerce sakız olacaktı…

Yemek , öğle vakti , ünlü bir otelin  restourantın da idi.  

 Gelen bir iş dolayısıyla geciktiğimden   işyerinden ancak  yarım saat önce çıkabildim.  İşyerine yayan onbeş, taksiyle yol açıksa beş  dakika olan adrese  taksiyle gitme  kararı aldım.

 Şansa bakın ki, taksici yolda su koyuverdi;  çünkü adresten emin (!)  değildi.

 Sora sora Bağdat’a gidilir  ata sözü mucibince sora sora  ,  beş dakikalık mesafe taksiyle  yirmi beş dakikaya  uzadı, Taksici  beni bir park yakınında  bıraktı; “buralarda bir yer olması lazım ”, şeklinde bir açıklama yaptı. Vermiş olduğum paranın üstünü kısmen kağıt olarak uzatırken  kalanı için de  “ helal et; bozuğum yok” dedi.

Ne yapayım, ben de hakkımı helal etmek zorunda kaldım. Bir anda kendimi  cami avlusuna terkedilmiş  çocuk gibi bir başıma ortada kalmış hissettim.

Rahatsızlığımı belirtmeden geçemeyeceğim; tuzu kurular istedikleri  kadar gülsünler, dudak büksünler ;  yemeğin maliyeti “taksi parası kadar”  içime  taş gibi oturdu. Bundan  “taze bir emekli”  olarak huzursuz oldum.

Bu hissiyat ile sağıma soluma bakındım. Ortada otele benzer bir şey yoktu. Kara serviler  deniz tarafından gelen rüzgarla sallanıyorlar, yakınlardaki bir camiden öğle ezanı okunuyordu.  Temiz bakımlı bir parkın  yanından geçtim. Taş duvarlarla çevrili parkın  bazı noktalarında çöp tenekeleri , tenekelerin başında aç kediler  vardı…

Parkın taş duvarını soluma alıp  vurdum aşağıya, denize doğru yürüdüm. Adresi, yoldaki bir simitçiye, durakta bekleyen  bir yolcuya , öğle yemeğine çıkmış memura sordum. Hemen hepsi ittifak etmişçesine  adresi bilemediler.

Yukarıya doğru tırmanan iyi yürekli  genç  bir adam  durdu, bir müddet düşündükten sonra önümde duran dev gökdeleni eliyle işaret edip  sağdaki sokaktan girip aşağı doğru inmemi tavsiye etti.

Adresin bu kadar “kolay” olduğuna  kendim de hayret ettim.

Teferruatı geçelim , bir çok maceradan sonra  mezkur otelin restaurantına vasıl oldum. “Kendi yemeğine” geç kalmanın verdiği mahcubiyet ile yeni başkanı, yönetim kurulunu  ve davetli  meslektaşlarımı  selamladım. 

Hiçbiriyle göz aşinası bile olmadığımı fark ettiğim   davetliler , hafifçe tebessüm ederek gecikmemi anlayışla karşıladılar.  Muhitimden  iki bayan meslektaşım dışında kimse katılmamıştı. Eski başkan ile  aramızda hafif bir kırgınlık geçmişti. Tavırlarını pek ukala bulmuş , bunu yüzüne karşı ihsas  da etmiştim.   Velhasıl eski yönetimlerden kimseyi  göremediğim  gibi beklemiyordum da…

 

Garsonlar pusuda bekliyorlarmış, içeri girişimi müteakiben   mutfaktan sökün edip yemekleri servise başladılar. Mesai saati yaklaşıyor, oda başkanımız acele ediyordu. Zira birlik başkanımız odayı ziyaret edecekmiş.

Menü arasında benim gibi bir meslektaşın daha “ Abbas” olduğunu öğrendim.

Yemek sırasında  meslektaşlar   havadan sudan, araba modellerinden,  gayrisafiler ile  kıdem  gibi bir çok husustan söz ve sohbet ettiler. 

Soğumuş çorba çabucak içilip,  o sıcakta ağır et yemeği mideye intikal etti. Tatlı ve meyvelere, şeker rahatsızlıkları nedeniyle bir kısım davetli nazlandı, yemedi.

Neticede yemek bitti. Kürdanlara  geçildi.

Değerli başkanımız ayağa kalktı. Birlik başkanımızın  odaya yapacağı tarihi  ziyaret(!) dolayısıyla erken kalkacağını özür dileyerek beyan ettiğinde ,beyefendinin neden tenezzül edip bir mesaj göndermediği hususunu uygun bulmadığımı çevreme  ihsas ettim.

Sayın başkanımız değerli hanımefendi, hakkımızda  bazı  övücü sözler etti. Ben de ayağa kalkıp  “insan ömrünün  seçimlerle; eş , iş, arkadaş seçimleriyle geçtiğini , meslek seçiminin de bunlardan biri olduğunu, meslek seçimimden pişmanlık duymadığımı” belirttim. Gene  oda ve birlik seçimlerinin önemine vurgu yapıp  “Ankara’daki  yönetimin , özellikle  birlik   başkanının , mesleğin erozyona uğramasına göz yumduğunu, statükonun esiri olduğu “ isnadında bulundum.

Birkaç cılız alkıştan sonra   ödül törenine geçildi. Sayın başkan, elimize bir buket çiçek, bir kravat, bir çift kol düğmesi , bir de belime kısa geldiğini sonradan fark ettiğim bir kemer tutuşturdu. Fotoğraflar çekildi. Taksilere binildi. Beşiktaş”a giden  olmadığından ben de bir taksi tutup Beşiktaş  heykelinin önünde indim.  

İşyerine geçtim. Dairedeki son kalıntılarımı  toplamam için biraz vaktim vardı…

 

 

 

<