Hayranlarımın dışında
Sezai Karakoç bey ile üç kere bir araya geldim. İlki 1970’li yıllardı. İstanbul Üniversitesi’nde Felsefe öğrencisiydim. Oldum olası yabancı sevmezliğim vardır. Yabancıların hiçbir şeyini kullanmak istemem. İçinde inanç ve düşünce barındıran hiçbir şeyini. Hele kelimelerini hiç sevmem. Bu yüzden Türkçe konuşurken firenkçe kelimeleri kullananlara acırım. Ne yapalım, bu da benim tutkum.
Xxxx
O yıllarda ikisi İmam Hatip çıkışlı arkadaşım vardı. Yüksel Kanar ve İlhan Kutluer. İlhan daha bir havalı ve kendini adeta bir üst sınıftan sayan biriydi. Yüksel Kanar evliydi. Langa’da küçük bir mescide İmam-Hatipti. Kimi zaman beni camiine ve evine davet ederdi. Yüksel Kanar daha o günlerde Sezai Karakoç’u keşfetmiş, o çeşmeye ağzını dayamış, kana kana içiyordu. Onun telmihiyle ben de Sezai Karakoç’u okumaya başlamıştım. İslam’ın Ekonomik Strüktürü adlı eserini o zaman okudum. Ama bana ters gelen iki şey vardı. Birsi tahmin ettiğiniz gibi strüktür kelimesiydi. Kelime Latincedir ve structur halindedir. Bu kelimeye hiç de gerek yoktu bana göre. İslam’ın iktisadi dokusu, yapısı denebilirdi. İkinci sevmediğim şey her lafın başına İslam getirmekti. Zaten İslam’dan başka bir dünya, hayat, anlayış olamayacağından, İslam demeden İslam’ı anlatmak, hatta anlatmaktan çok yaşamak tercihimdir.
Xxxx
Divanyolu’nda bir kıraathane vardı. Orası şimdilerde lokanta. Oradan geçiyordum. Arkadaşım Yüksel Kanar bize göre yaşlı bir adamın yanında terbiyeli biçimde oturuyordu. Beni görünce çağırdı, Sezai Karakoç beyi bana tanıttı. Oturdum. Ben hayatım boyu patavatsız bir adamım ne yazık ki; Cumhuriyet Gazetesi’nde kitap reklamları olan Sezai bey mi? Diye sordum. Sezai bey yüzüme baktı. Her şey bildiğini sanan bir gençle karşı karşıya olduğunu düşündüğü belliydi. Bir şey söylemedi.
Soğuyan havaya daha fazla dayanamadım, biraz sonra kalkıp oradan gittim.
Xxxx
Aradan çok uzun yıllar geçti. Değerli hemşehrim, ağabeyim Mehmet Cemal Çiftçigüzeli ‘Sezai beyi ziyaret edeceğim sen de gel’ dediğinde peki dedim. Cağaloğlu’ndaki yazıhanesinde bir miktar oturup yapılan sohbeti dinledim. Hiç söze karışmadım.
Sezai beyi son ziyareti ise bir cumartesi günü Fındıkzade’deki yazıhanesinde oldu. Oraya da değerli gazeteci Abdullah Işıklar ile gittim. Son gidişimde izin alarak bir soru sordum.
-Efendim Kültür faaliyetleri arasında yaşayan ustalar adıyla yapılan faaliyetleri nasıl buluyorsunuz? O kişinin hayranları, ahbapları, dostları, sevenleri geliyor ve hiç bilmediğimiz, veli derecesinde, kusursuz, muhteşem bir insan anlatıyorlar. O yaşlı kişinin nefsini okşuyorlar. Bunun kime ne faydası olabilir?
Sezai bey titizlikle cevaplandırdı.
-Yaşlı, yaşayan kişileri tanıtmanın başka yolu yoksa, bu faaliyetler faydalıdır. Ama benim için bir faaliyet düzenlense ben, sevenlerimi, arkadaşlarımı, dostlarımı değil, benim eserlerim üzerinde çalışma yapmış, benimle yüzyüze gelmemiş, benimle çok fazla hukuku olmayan konuşmacıları tercih ederim.
Xxxx
Bir gün bir kalabalıkta rahmetli Fethi Gemuhluoğlu’na rastladığını, Gemuhluoğlu’nun o kalabalıkta kendisi hakkında abartılı, mübalağalı övgü dolu sözler söylediğini, o anda çok utandığını, sağa-sola bakıp toprak aradığını söyledi. Abdullah Işıklar toprak meselesi diye soran bakışlarla bakınca, Sezai bey, malum, Hazreti Peygamber Aleyhisselatu vesellemin tavsiyesi var. Birisi sizi yüzünüze karşı överse onun yüzüne toprak atın şeklindedir.
Xxxx
5 Aralık 1986 Fikir Savaşı yazısından kısa bir alıntı ile bu yazıyı noktalayalım:
Milletçe uyanık olmak gerek. Bu uyanıklığı sürekli kılmak için millet idealini taşıyan, yüksek kltür ve karakter temelli kurumlar ve kuruluşlar ve organlara sahip olmak gerek.