HEMŞO
Adı lazım değil ; mezarlık yolundan geçerken selamlaştığım mezarlık süpürgecisi Hemşoya sordum;
-Hemşo şu mezarın üzerindeki nebatat soğan mıdır, sarımsak mıdır yoksa süs müdür?
Boydan nasipsiz , enine genişlemiş, etine dolgun kilolu “hemşo” çenesini belediyenin demirbaşına kayıtlı süpürge sopasına dayayıp bir miktar düşündükten sonra şöyle dedi;
-Bence bu ne soğandır , ne de sarımsaktır. Olsa olsa bu bir ottur. Kimse üzerine soğan, sarımsak, maydanoz diktirmez. Vasiyet etmez. Böyle bir adet yoktur.
Lafı başka bir mecraya sürüklemek gayesiyle sordum;
-Belki de rahmetlinin düşmanları dikmiştir? Olamaz mi?
Herif ağzını örten bıyığını dişleriyle çiğnedi. Şapkasını çıkarıp başını kaşıdı. Gözlerini döşeme taşlarına yapışmış bir sakız parçasına dikti:
- Bıldır baharda yedim yeşil soğanı. Köyde... Bu sene yiyemedim... Geçen sene bu zamanlar demeti bir- iki liraydı. Geçen pazarda baktım ; on lira olmuş.
Belediye memur sicil defterindeki “vazifesi” kısmına küçük bir “? “ işareti iliştirdiğim sözleşmeli mezarlık süpürgecisi hemşonun dişleri kamaştı.
Süpürgesini teneke faraşa iliştirip yere tükürdü. Hüzünlendi ;
-Soğanın tadını da unuttuk bu seneler. Ne günlere kaldık ,dedi.
Gitti , mezarın üzerinde pare pare dikili soğanımsı bitkiden bir pare çekip elime tutuşturdu ;
-Götür hemşerim; şaksına dik. Rahmetliye de bir dua et, dedi
- Mezar sahibinden habersiz günah olur, dediysem de o ;
-Vebalı boynuma olsun. Onun soğan sarımsakla işi bitmiştir. Sağlığında iyi ameli varsa şimdi yeşilliği bol bir yerdedir. Şimdi orada bol bol yeşil soğan, sarımsak , maydanoz , pirpirim, domates, hıyar yer. Ameli iyi değilse acı kuru soğanı bile zor bulur ,dedi.
Soğana benzeyen ancak soğan olmayan bitkiyi adamdan alıp apartman bahçesine diktim.
Can suyu verirken dalmışım; bir anda kendimi pazarda gezinirken gördüm. Kuru soğanın, patatesin kilosu on liraydı. Halbuki geçen sene bu zamanlar bu zerzevatlar ikişer liraydı.
Domatesin, biberin kilosu yirmi ila otuz lira arasında oynuyordu. Salatalık on- onbeş lira, ısırgan otu, pirpirim onbeş liraydı.
Fiyatlar yüzde yüz, ikiyüz değil yüzde beşyüz, bin artmıştı.
Bir cebimdeki paraya bir de fiyatlara baktım. Çevremde yankesici de yoktu ama param nasılsa pul olmuştu.
Etiketleri göremedim... Pazarcılar belki de utançlarından saklamış olabilirler diye, bunlardan birine “ nerede" diye sordum. Görgüsüz, cahil herif ;
-Fiyatını öğrensen ne olur ? Senin alıcı bir halin yok, deyince gururum incindi.
Yıllarca bu hıyarlar için mi devlette hizmet etmiştim?
Gittim pazar başında bekleyen zabıtaya durumu bildirdim.
Zabıta ekip halinde harekete geçti. Pazarcı esnafı kılığındaki soyguncuların eli ayağına dolaştı. Sakladıkları etiketleri mallarının üzerine koyup zabıta karşısında hazırola geçtiler.
Genç zabıta erine ;
-Ya fahiş fiyatlar nolacak, dedim. Zabıta memuru;
- Ona müdahale yetkimiz yok. O devletin işi; bekleyin , dedi.
Zabıtaya bir kere daha sordum;
-Devlet kimdir?
Her gün televizyona çıkıp vatandaşı yeni vaatlerle teskin etmeye çalışan, ancak bir türlü muktedir olamayan , halk günü kurtarmaya çalışırken onlara gelecek yüzyılları hedef gösteren iktidar sahipleri miydi?
Kabzımallar miydi?
Temel gıda maddesi toptancıları mıydı?
Beşli çete miydi ?
Bankalar, şirketler, holdingler miydi?
Zincir marketler miydi?
Zor hayat şartları altında sandığı koltuğunda günü kurtarmaya çalışan yoksul ayakkabıcı boyacısı mıydı ?
Fakir fukaraya 2023, 2025 , 2050, 2070 vizyonu olarak gösterilen yıldızlar kadar uzak mutluluk tozu muydu?
Kilosu doksan liradan giden Taşköprü sarımsağı mıydı?
Yoksa hayat kadar acı Urfa biberi miydi?
Kimdi bu devlet?
Başı bir taş yastıkta yüzünü toprağa, elini Yüce Yaratan’a açmış bir evsiz miydi yoksa?
Genç zabıta memuruna göre devlet ; zabıta amiri, onun da amiri olan belediye başkanı olabilirdi.
-Senin buralar da bana zimmetli. Rica ederim çöpleri kapı önüne koyma !
Başımı kaldırdım, süpürgeciler şahı hemşo;
-Devlet ne odur, ne budur. Devlet vicdanımızdır . Vicdanımız olsa devlet de vicdanlı olur, dedi..