CEMAL KARABAŞ

CEMAL KARABAŞ

HER GECE BALKON (1)

İstanbul geyiklerinin entel ve dantelleri  ile jet sosyetesi  “Her gece Bodrum"(¹) da takılıyormuş , olsun; ben de  Malatya’da , Niyazi Mısri (²) Mahallesi’ndeki bir  sokakta, cephesi ana yola hakim bir apartmanın birinci katında, “ Her gece Balkon” da  takılıyorum

Balkonda  kimi zaman  çay içe içe,  kimi zaman da yüzükoyun yata yata  aşağıdan  gelip sağa sola  gidip gelenleri  seyrediyor, bunların  nereden gelip nereye gittikleri  , ellerinde kayda değer  ne    taşıdıklarını,  sosyal mesafe durumlarını not edip ,  elde ettiğim bu verileri  siz değerli takipçilerimin  ve  özellikle de Sayın B. Şehir Belediye başkanımızın  dikkatine sunuyorum.

Benden sunması. Alırsınız ,almazsınız o sizin bileceğiniz iş… 

Öncelikle arz edeyim; neden her gece  balkondayım?

Ben  buna mecburum. Geçici bir  adamım çünkü. Yattığım yerde bir klima bile yok, ev sahibem;

-Beğenmiyorsan çık, dedi.   

Ev üçüncü sınıf , tam bir döküntü. Duvarları mantosuz .  Asfaltın ve  kızgın beton bloklardan oluşmuş apartmanlarla  işbirliği halinde.

Uyanık,  beni buradan çıkarıp bu harabeyi  oda oda Suriyelilere kiraya vermeyi  planlıyor.

Bu koca yerde sadece karşımdaki binanın önündeki kaldırımda üç küçük çınar ağacı var. Çay ocağı bu küçük ağaçların altına servis yapıyor.

Eskiden böyle değildi bu şehir…

Bu şehir eskiden çok güzeldi. 

Bu   tarihi  İsa’ dan önce 7 binlere mühürlü bu toprak üzerindeki bu mahallenin Cumhuriyetimizin son elli yılı sonrasında küçük Amerika’ya benzemek uğruna, terü taze  bahçeli evleri yıkılarak yerlerine büyük beton bloklar dikildi; altı dükkan,  üstü ev olan binalar yapıldı.  Şehrin  bütün hırdavatçı, boyacıları, inşaat malzemecileri buralara taşındı…

Ben bu şehrin çocuğuyum…

Çocukluğum bu  şehirde  geçti.

Benim çocukluğumda   içlerinde ipek halılar gibi zümrüt   çayırların serilip  uzandığı , aralarından tatlı, soğuk, berrak suların aktığı, üzerinde “ gönülleri coşturan  ay ile güneşin”  cam gibi parladığı,   kuş seslerinin eksik olmadığı , türlü meyve ağaçlarıyla dolu  cennet  misali bahçeler  vardı. Keyfinden kuyruğunu adamın bacağına sürerek geçen kediler vardı.  

Görenleri, havasını  soluyanları   yaşama sevinciyle  zil zurna  sarhoş eden  bu bahçeler içinde,  ağaların, beylerin zarif konakları, fakir işçi  ile küçük esnafın  ise kışın sıcak ,yazın serin tek katlı toprak damları  vardı. 

O zamanlar evlerimizde buzdolabı , çamaşır makinası yollarda arabalarımız yoktu ama  yağ ,peynir küplerinin, meyvelerin soğutulduğu küçük havuzcuklar vardı avlularda. Her şey doğaldı. Yeme içme hususunda zengin fakir hemen hemen aynı tadı alırdı. 

 Evlerin avluları çocuk sesleriyle dolup taşardı.

O zamanlar Marşal yardımıyla margarinler, süt tozları,  evlerimize ,okullarımıza henüz girmişti.   

Bütün fakirliğimize dünya savaşlarının ağırlığı halkın sırtından henüz kalkmışken şehrimizin medarı iftiharı Milli şefin  dev heykeli  bütün haşmetiyle aşağıdaki  insanlara bakar idi.

Kışla caddesine bir  cumhuriyet kutlaması sırasında , Kız Enstitüsünün karşısına bayrak taşıyan biri  çıplak , diğeri giyinik  iki  delikanlının  heykeli dikilmiş, ancak çıplak delikanlı heykelinin önüne asılması gereken  çınar yaprağı unutulmuştu. Halkın tepkisi üzerine bir yaprakla iş bitirilmişti.   

(Devam edecek)

<