"HERŞEY ÇOK GÜZEL OLACAK" MI? (2)
Bu tespitleri alt alta toplayıp iman dolu bir göğüs, kararlılık dolu bir yürekle; geleceğin kaygılarını Rabbimize teslim ederek; umduklarımıza nail, korkularımızdan emin olma temennisi ile; dünyanın süslerine ve güzelliklerine, insanların meşgul oldukları zevklere ve servetlere gözümüzü kapamış bir şekilde önce bizdeki “güzel” kavramına bakalım hep birlikte;
Bizim toplum olarak hemen hepimizin yaşanmışlıklarımızdan örülü bir 'güzel' tarifimiz var. Bu ‘güzel’in akıbetine ‘hayırlı’ zannımızı ekleyip (vicdani boyutta da kendimizi rahatlatarak) hayırlıya talip olduğumuz sanrısıyla ‘güzel’i istiyoruz. Ama kanımca ‘güzel’i değil; kendimiz için hayırlı olacağına inandığımız şeyi istiyoruz.
Tüm platformlarda, kaleme aldığım tüm yazılarda def’aten şahısları kemale, toplumu terakkiye çağıran; felaha ermenin ilkelerini tek tek izah etmeye çalışan ve bu mücadeleye yıllarını vermiş biri olarak yazık ki terazimizin “güzel” tarifinde de yanlış tarttığını görüyorum.
Çünkü ölçümüz sadece dünya ve bizim hayırdan anladığımız kendimiz için “güzel” olan. Kendimiz için güzel bir netice yoksa olan şeylerde gizlenen hayrı es geçiyoruz. Oysa “güzel olan her zaman hayırlı olmayabilir, fakat hayırlı olan mutlaka ve daima güzeldir” dememiz gereken bir çağın göğsünden süt emiyoruz. Emdiğimiz sütün hakkını eda etmek adına da yaşantımızın her karesine iyilik, güzellik, doğruluk, hak ve adalet mücadelesi vermemiz gerektiğini ısrarla yazıyorum çünkü “ötelerde” kurtuluşun yolu buradan geçiyor. Bu da ancak sevgi ve merhametten yaratılmış olmayı fark edenler, vicdanlarının derinliklerinde bunu bulanlar, Allah’tan varlığa yansıyan sevgi ve merhamet halesini hissedip duyumsayanların bir araya gelmesi ile mümkün olabilir ki bu tespitlerin üzerine ‘güzel’ kavramını inşa edebilelim.
Misal vererek konuyu daha anlaşılır hale getirmeye çalışayım;
Geçmişte uzaya yollanan bir mekiğin kalkıştan bir kaç saniye sonra infilak ettiğini anımsıyorum. Oysa astronot olmak için kıyasıya verilen yarışta binlerce insan içinde sadece yedi kişi seçilmişti. Elenenler üzülüp kahrolmuş, çünkü kendileri için ‘güzel’ olana inanmıştı. Ama o mekik fırlatıldıktan saniyeler sonra dünyanın gözü önünde paramparça oldu ve o mekiğe binmek için can atan yedi kişinin cesetleri paramparça bir halde boşlukta kayboldu.
Şimdi kendinizi o mekiğe binemediği için üzülen insanların yerine koyun bakalım, ne hissediyorsunuz?
Evet, maalesef nice insanlar var ki kendilerini cennetten mahrum olup cehenneme mahkum edecek bir hayat yaşayabilmeyi mal ve mülklerinin çokluğuna borçlu. Aynı şekilde yine nice insanlar da var ki bedenlerindeki sıhhat olmasa, işlemeyi adet haline getirdikleri günahlara takat getirmeleri mümkün olmayacak. Hastalığı sebebiyle günah işlemeye güç yetiremeyen, fakirliği sebebiyle istese bile günaha imkân bulamayanları da eklemek lazım bu listeye.
Yani, ölçüsü dünya olan kişinin hayırdan anladığı, kendisi için güzel olan. Bu tür insanlar kendisi için güzel bir netice yoksa olan şeylerde gizlenen hayrı göremiyor. Ölçüsü öteler olan kişinin ise ‘güzel’den anladığı kendisi için hayırlı olan. Bu kişiler de olanda hayır olduğuna inandıkları için yaşam serüveninde ‘çirkin’ göremezler. Çünkü O'nun (c.c.) çirkin işi olmadığına, bizim güzel göremeyen gözümüz olduğuna iman etmişlerdir. Olmasını istediklerimiz hususunda değil sadece, olanı yorumlama konusunda da bu sarsılmaz hakikate muhtacız aslında.
“Güzel”i dilim döndüğünce tarif etmeye çalıştım.
Peki ya “herşey”?
Bence “her şey” yerine gelmesi gereken en önemli kavram “adalet”. Toplum olarak öyle kötü şeyler gördük, öyle travmalar atlattık ki bir şeylerin “güzel” olacağına inanmaya ihtiyacımız var. Bu ihtiyaç içinde hepimiz farkında olmalıyız ki her şeyin güzel olması ancak adaletle mümkün. Eğer bu mümbit coğrafyada ‘herşey’ çok güzel olacak ise ( ki buna inancımız tam ) bu; hamasi nutuklarla, telkinlerle değil, “adaleti her kesim için” sağlamakla mümkün olacak.
Bu kavramları alıp toplumsal yaşama entegre ettiğinizde ise “daha güzel, daha adil, daha yaşanılır bir ülke için” bu umudu gerçeğe dönüştürecek adım ve yaklaşımlara ihtiyacımız var ve bu konuda toplumun her ferdine düşen sorumluluklar var.
Çünkü toplumun hemen hemen bütün kesimleri farklı dönemlerde “adaletin” tam olarak yerleşmemiş olmasının bedelini ödedi. Tabi bu bedeli sadece fertler değil tüm ülke ödedi. Bu yüzden de toplumsal anlayış dönüşümüne, hatta bir tık ötede “toplumsal bütünlüğe” ihtiyacımız var. Kimsenin geçmişine, etnik kimliğine, inancına, yaşam tarzına bakmadan, “ötekileştirmeden” “gel el ver ülkemizi daha ileriye taşıyalım” diyecek bir anlayışa; ideoloji eksenli ‘biz ve onlar’ ayrımını bir tarafa bırakıp evrensel değerler çerçevesinde toplumun bütün kesimlerini içine alması gereken yeni bir ‘biz’ bakışına ihtiyacımız var. Toplumun bir kesiminin yenildiği başka bir kesiminin kazandığı ya da bunun bir partinin kazancı veyahut kaybı değil ülkenin kazancı veyahut kaybı meselesi olduğu fikrini hepimiz içselleştirmek; bunun ‘sen-ben’, ‘biz ve onlar” üzerinden yürütülen bir kavga değil, hepimizin geleceği meselesi olduğunu idrak etmek zorundayız.
Bu idrak içinde de sahip olduğumuz manevi mirasın zenginliği içinde düşmanına sövmemek için bahane arayan gönüllerimiz dostunu sevmek için bahanelerin peşine düşmeyecek. En büyük ‘güzel’liğimiz olan ülkemizin daha aydınlık yarınlara taşınması için herkes gücü yettiğince mücadele verecek. İlahi rahmetin inayetiyle gözlerimizdeki gaflet perdesi kalkacak ve birbirimizin ağzının kenarlarından süzülen kardeş kanlarını seyredebileceğiz.
Biz bu rahmeti nakşedip “güzel”liği yaymaya çalıştıkça da kendi çirkinliğimizi fark edecek, böylece de kendi güzelliğimizin sarhoşu olmaktan vazgeçeceğiz. Çirkinliğimizi fark etmek bizi güzelleşmenin yollarını aramaya sevk edecek; sahiplik arzumuz sorumluluk ihmâline dönüşmeyecek. İçimiz ve dışımız arasındaki muazzam irtibat ve ahenge yeniden kavuşacağız. Nazarımızı “ortak güzelimiz” olan ülkemize çevirdikçe dışımızda olan biteni net görebilme kabiliyetimiz artacak. Onardığımız her değerimizle birlikte irfânımız dirilecek, izânımız şahlanacak, insafımız yeniden aramıza dönecek. Perde inen gözlerimizle sadece kendimizi değil zengin mâzimizi, istikbâlimizi, son bir umutla bize dikilen mazlum gözleri, bizim kim olduğumuzu hatırlamamız niyâzı ile göğe açılan elleri göreceğiz.
Kim neyi beklerse beklesin, neyi isterse istesin, kim hangi dertle kıvranırsa kıvransın bizim umudumuz, duamız, böylelikle 'daha güzel, daha yaşanılır, daha eşit bir dünya' inşa etmek olacak. Bu yüzden de onun hatırı, öbürünün sözü, diğerinin tehdidi, berikinin ırkı, filanın hayâli, falanın planı için değil; ülkemizin yarınları için “buradayız” diyeceğiz.
Aksi halde “Birbirinizi sevmedikçe iman etmiş sayılmazsınız” emrine kulak tıkayıp, imanın ilk adımının “sevgi” olduğundan bihaber, “doğru ve güzel olanı” aramak ve bulmaktan çok kendisini "haklı ve üstün" çıkarmaya çalışmak hiçbirimize “hiçbirşey” kazandırmayacak.
“Güzelin yarattığına çirkin muamele edilmez” safiyeti ile güzel ahlâkı kendisine mülk eyleyen gönlümüzle; “bir başkası yaşasın diye ölebilmenin” yaşamaktan güzel olduğunu fark edip; sözün belki de en ağırı olan “emrolunduğumuz gibi dosdoğru olarak”, bize dosdoğru olmayı emreden kitaba hakkıyla râm olarak, bu emre muhatap oluşuyla sakalları ağaran güzelin ardına tam bir teslimiyet ve sadakatle, gayret ve muhabbetle düşersek; evet, işte o zaman “herşey çok güzel olacak”
Müebbet muhabbetle…