Ertan Yıldız

Ertan Yıldız

Hocalı

İş birliği ve iş bölümünü sağlamak üzere bir toplum meydana getiren insanlar kendilerince tanımladıkları bir mutluluğa ulaşmayı amaç edinirler. Bu toplumu oluşturan fertlerin sahip olduğu dünya görüşü, mutluluk ve erdem fikri medeniyet dediğimiz toplumun değerler sistemini meydana getirir. Yüzyıllar içerisinde şekillenen bu değerler sistemi kendisini korumak ve pekiştirmek için kendisinden olmayanlara karşı da olumsuz ve hatta düşmanca bir reaksiyon geliştirmektedir. Kültürel kimlik olarak da adlandırabileceğimiz bu değerler sistemi insanın kendisini anlamlandırmasında önemli bir işlev görmektedir ve iktidarlar tarafından milli çıkar veya dinin emri adına kullanılmaktadır.

Kültürel kimliklerin belirginleştirdiği medeniyetlerin de sürekli devinim ve değişim halinde olan kendi inançları, normları ve değerleri vardır. Medeniyetler, çevre koşullarındaki farklılıklar veya komşu kültürlerle etkileşim sonucu değişebileceği gibi kendi iç dinamikleriyle de dönüşüm geçirebilir. Medeniyetlerin temel taşı olan insan içsel çelişkilerle doludur. Bu çelişkileri gidermek başka hareket tarzlarını dolayısıyla değişimi gerektirir. Bu değişimi motive etmek için insanoğlunun kullandığı ve ortaya koyduğu en önemli araçlar güç, para ve din olmuştur. Ancak bu motivasyon araçları çoğunlukla ayrımcılık, anlaşmazlık ve nifak kaynağı olarakta ön plana çıkmaktadır. 

Güç ve para insan ürünü olarak sunulmuşken, din insanüstü bir otorite tarafından buyurulmuş, insan hayatına anlam ve değer katan, insana yön, heyecan ve mücadele gücü veren emirlerden oluşan bir sistemdir. Bu metafizik durum sebebiyle dinin insanlar üzerindeki birleştirici ve ayırıcı etkisi diğerlerinden daha farklı olmaktadır. Din, insanın kendisini, evreni, yeryüzünde olup bitenleri anlamasını ve değerlendirmesini doğrudan etkilemekte, insana bir tür dünya görüşü kazandırmakta ve güncel hayatı derin bir şekilde kuşatmaktadır. Dinin, kültürü belirleyen ve onu yönlendiren baş etken olduğuna ve kapalı toplumlarda din ile kültürün gelişmelerinin birbirinden soyutlanamayacağına dair yaygın görüşler mevcuttur. Toplum geliştikçe din ve kültür beraberliği azalsa da günümüzde yerel kültürlerin ayrıntılarını ortaya çıkarmak maksadıyla yapılan çalışmalar, ayrıntıları yücelttiği için ortak kültür aleyhine işlemekte ve çözülmeleri hızlandırmaktadır.

İnsanlık tarihinde güç, para veya dinin motivasyon aracı olarak kullanılmasında düşmanlar olmazsa olmazdır. Düşman tasarımı ekonomik yönelimler, siyasal yapılar, kültür ve dini inanç farklılıkları nedeniyle çatışma ve savaş durumlarında yeniden üretilerek sürdürülmektedir. Yirminci yüzyıl, içinde barındırdığı bol düşmanlı, iki büyük Dünya Savaşı ile tüm zamanlar içerisinde ayrı bir öneme sahip olmuştur. Birinci Dünya Savaşı sonrası Batının yönettikleri ve yönetmedikleri olarak şekillenen Dünya, Soğuk Savaş döneminde Amerika Birleşik Devletleri liderliğindeki Batı, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği liderliğindeki Doğu ve Bağlantısızlar olarak tanımlanmıştır.

Huntington’a göre Soğuk Savaş sonrası dünyada medeniyete dayalı bir düzen ortaya çıkmıştır. Bu medeniyetler Batılı, Amerikalı, Afrikalı, İslam, Çinli, Hindu, Ortodoks, Budist ve Japon’dur. Halklar arasındaki en önemli farklılıklar ideolojik, politik veya ekonomik değil kültüreldir. Halklar kendilerini ecdatlarıyla, dinle, dille, tarihle, kültürel değerlerle, geleneklerle ve kurumlarla tanımlamakta, kendilerini kültürel gruplarla özdeşleştirmektedirler. Kültürel yakınlıkları paylaşan toplumlar birbirleri ile iş birliği yapmakta,  toplumları bir medeniyetten öbürüne geçirme çabaları başarısız olmakta ve ülkeler kendi medeniyetlerinin çekirdek ya da önde yer alan devletleri etrafında kümelenmektedir. 

26 Şubat 1992’de meydana gelen ve 613 Azerinin hayatını kaybettiği Hocalı Katliamı iki ayrı medeniyetin kesiştiği bir bölgede derin bir kırılma olup temelini bir yönüyle İslam ve Ortodoks geçmişinden, bir yönüyle de Türk-Ermeni ilişkilerinin tarihinden almaktadır. 

 

Türk-Ermeni ilişkilerinin tarihsel süreçte, 11. yüzyılın başında Çağrı Bey’in Doğu Anadolu’ya düzenlediği askeri seferlerle başlayan önce Batıya göç, sonra Ermenilerin benzeştiği kültürel grupla, İslama karşı Haçlı Kuvvetleriyle iş birliği yapılarak Anadolu’da ilk Haçlı Prensliğinin kurulması şeklinde geliştiği görülmektedir. Ermeniler, Osmanlı İmparatorluğu içinde ise her cemaat gibi kendi dini idarelerini ve ayrıcalıklarını koruyarak millet sistemi içinde barınmıştır. Ancak dinin güçlü çekim gücü ile 19. yüzyılın başında Ortodoks Rusya'nın Müslüman İran’la savaşının sonrasında Revan ve Nahçıvan hanlıklarını birleştirerek benzeştiği kültürel grup için tasarladığı Ermeni vilayetini oluşturma, İslamla arasına tampon unsurlar yerleştirmek için Doğu Anadolu’dan göç ettirdiği yüz bin kadar Ermeni nüfusu bölgeye yerleştirme çabaları söz konusu olmuştur. 

Birinci Dünya Savaşı esnasında, Osmanlı Devleti, düşmanı Ruslarla iş birliği yaptığı için Anadolu’daki Ermenilerin Musul, Zor, Halep ve Suriye’nin bazı bölgelerine sevki kararını  almış ve bu zorunlu göç esnasında önemli sayıda Ermeni hayatını kaybetmiştir. Ermeni terör örgütü Asala’nın 1975’ten itibaren Türk diplomatlarına karşı işlediği cinayetler Türklerde fanatik bir Ermeni karşıtlığının inşasına yol açmış, Ermeni sözcüğü Türk düşmanlığı ile özdeşleşmiştir. Özelde, Türkler ve Ermeniler arasında meydana gelen bu tarihi örnekler dini yakınlığı bulunan grupların birbiri ile daha kolay iş birliği içine girdiğini, farklı dini ve kültürel grupların ise birbirleriyle daha kolay çatıştığını göstermektedir. Genelde ise büyük ölçüde Müslüman ve Müslüman olmayanlar arasında yerel düzeydeki fay çizgisi savaşları akraba devletlerin birbiri yanında yer almalarına, çatışmanın genişleme tehlikesine, bu nedenle de çekirdek devletlerin bu savaşları durdurma çabalarına neden olmaktadır.

Kültürel benzerlikler ve farklılıkların devletlerin birlikte hareket etmelerini, menfaatlerini ve düşmanlıklarını biçimlendirdiği görülmektedir. 1915 Ermeni Tehciri olaylarında Ermeni nüfusunun Osmanlı Devletinin Hıristiyan düşmanlarını desteklediği düşünülmüş, dinini değiştirerek Müslüman olmayı kabul eden Ermenilerin hayatta kalma, yeni iskan bölgelerine gönderilmeme ya da sürgüne tabi olmama şansları olmuştur. Sovyetler Birliği dağıldığında Azerbaycan içinde kalan Ermeni Karabağlılar “Biz farklı bir halkız ve farklı bir yere aitiz.” demişlerdir. Ermenilerin bu bakış açısı modernizmin birbiriyle geçinemeyen iki unsurunu, milliyetçilik ve insan haklarını Hocalı Katliamında medeniyet kaybı şeklinde ortaya çıkarmıştır. İnsan hakları ihlallerine ve daha geniş savaşlara dönüşme eğilimi taşıyan milliyetçi ve yerel çekişmeler çoğunlukla farklı medeniyetlerden gelen gruplar ve devletler arasında olmaktadır.  Hükümetler ortak dil, din, değer, kurum ve kültüre sahip olmaları nedeniyle anladıklarını sandıkları ve güvenebildikleri halklardan kendilerine bir tehdit gelmeyeceğini düşünmektedirler. Naziler, Avrupa Yahudilerini ölüm kamplarına naklederken benzer kültürden Letonya, Ukrayna ve Hırvatlar yardımcı olmuş, 1915 Ermeni tehcirinde ise Anadolu’daki Müslüman Kürtler etkin roller üstlenmiştir. Devletler buna karşılık, farklı kültürlere sahip ve bu nedenle anlamadıkları ve güven duymadıkları devletleri tehdit olarak görmektedirler.

Hocalı Katliamında  dini görünürlük ön planda olmasa bile katliama giden süreçte dine dayalı medeniyetin çok etkili ve ana belirleyici rolü olmuştur. Dünyanın herhangi bir yerinde Müslümanların yaşadığı bir sorun bütün Müslüman dünyasının, Hristiyanların yaşadığı bir sorun bütün Hristiyanların, Yahudilerin yaşadığı bir sorun ise tüm Yahudilerin sorunu haline gelmektedir. Dolayısıyla Ermenistan işgali altındaki bölgelerde çıkabilecek bir çatışmanın aynı kültür potasındaki çekirdek devletleri de kapsayacak geniş kapsamlı savaşa dönüşmesi riski mevcuttur. Bölgede riskin azaltılması ve uzun vadeli güvenlik ortamının sağlanabilmesi için dış faktörlerin bölge üzerindeki etkilerinin minimuma indirilmesi ve Hocalı Soykırımındaki sorumluların cezalandırılması barış yolunda atılması gereken önemli bir adım olacaktır. 

<