HÜZNÜMÜZÜN BAŞKENTİ (2)
Zira hepsi bir kova su dökse İsrail’i sel alacakken, vızıltıları İngiltere adasını sallayacakken rahatlarını ve saltanatlarını kaybetmemek için sus pus olanlar Kudüs’e “bizim” diyor!
Kabul etmek istemesek de bizim sıkıntımız ne İsrail ne Yahudi değil; her tarafımızı kuşatan İsrailiyattır. Zira “McdDonald’s” ta yemek yiyip, “Coca cola” ve “Nescafe” içerken, “Marlbora” sigarasını tüttürüp “Nestle” çikolataları yalarken, “Mercedes” ile gittiğimiz 7 yıldızlı “Müslüman otel”lerde “sefahat” içinde yüzerken, dolar ve borsayla birlikte “zikir” yaparken dışardaki Kudüs’e tabi ki kör kalırız!
Ne diyordu Allah(cc);
"... musibet sizin başınıza geldiğinde, kendi kendinize "bu nereden geldi" diye soruyorsunuz öyle mi? De ki: "O, sizin kendi eserinizdir." (Al-i İmran, 165)
Peki, ezelî hakikatin, peygamberlerin getirdiği ebedî hakikat fikrinin kurucu şehri olan Kudüs nasıl kurtulur?
Elbette kendimizin farkına vararak!
İnanın dünya sandığımız kadar büyük değil ve yine inanın biz sandığımız kadar küçük değiliz!
Hadi dönelim içimize! Evet, başta kendi nefsim ve itiraf edelim;
Oynamadan, eğip bükmeden, kıvırmadan, mertçe, delikanlı gibi. Ne derler diye düşünmeden, ‘ne desinler’in hesabına hiç girmeden. Olmak istediğimiz kişiymişiz gibi yapmayı bırakarak. Olduğumuz kişiyi kalbimizin aynasında seyrederek. Neysek, kimsek, kimin nesiysek işte o olalım bir beş dakikalığına;
Yetimin mahzunluğunun farkında mıyız? Hayır!
Mazlumun gözyaşı içimizi kanatıyor mu? Samimiyetle cevap verelim, hayır! Çünkü o an hüzünleniyor, dakikaları geçtim aradan saniyeler geçmeden unutup kendi yaşamımıza dönüyoruz!
Kahkahalarımız, bırakın uzağı aynı binada yaşadığımız insanların acılarına bigâne mi? Evet!
Kaçımızın, değil sadece Filistin’de; Irak’ta, Suriye’de, Mısır’da, Afganistan’da, Pakistan’da, Arakan’da ve daha sayamadığım birçok coğrafyada ölen, öldürülen, işkence edilen, ırzına geçilen, insanlık onuru ayaklar altında çiğnenen kardeşlerimiz için uykusu kaçtı?
Kaçımızın bizzat gözümüzle gördüğümüz, kulağımızla duyduğumuz, vicdanımızla şahit olduğumuz dünyanın herhangi bir yerindeki aç çocukları görünce, mükellef sofralarımızda yemekleri boğazına takıldı?
Kaçımız dünya üzerinde zulüm gören her bir can için dil, din, ırk, renk, mezhep gözetmeksizin -hiçbir şey yapamıyorsak bile- gecenin bir yarısı uykumuzu bırakıp ellerimizi açıp gözü yaşlı gönlü mahzun bir şekilde samimane dualar edebildik?
Toplumsal yaşantıda halimiz farklı mı? Ona da hayır! Zira en mühim meselelerde dahi bir araya gelememek yetmiyor artık bize. Aramıza ekilen fitne fesad tohumları ile ne yapıp edip en küçük farklılıkta bile kavga edebilmenin orijinal yollarını buluyoruz!
Sonuçta ne oldu?
İsrail’in dilediği gibi hareket edebilmesi için bütün şartlar inceden inceye gergef gibi örülerek, hem de gözümüzün önünde hazırlandı.
Söyler misiniz Allah aşkına, şu zulme Türkiye’den başka ses çıkarabilecek kim kaldı?
Hiç kimse değil mi!
Evet, zamanın Irak lideri Saddam diktatördü, zalimdi ama bu işe 'hayır' derdi. Kaddafi deliydi belki ama bu işteki hinliği sezecek kadar aklı vardı. Esed ve Mübarek bile hiç olmazsa halkından utandığı için bu işlere tepki verecek kişilerdi ama bir bahar yağmuru silip götürdü hepsini. Esed’in bugün bir ülkesi yok, Mübarek çoktan tarih oldu! Katar’ın eli türlü hile ve hurdayla dünden bağlandı. Suud-i Arabistan başına “gelecek olan gelmesin” diye ılımlı İslam havariliğine soyunarak ABD’nin kanatları altına girmeye mecbur edildi.
Peki ne olacak derseniz?
Bence hiçbir şey!
Zira egemen güçler kötü adam rolünü, gözümüzün içine soka soka hakkını vererek oynayacak ve yeryüzünü haksızlığın, kötülüğün, zalimliğin fideliği haline getirmek suretiyle dünyanın kalan kısımlarında acziyet ve çaresizlik hislerini körüklemeye devam edecek.
Çünkü onlar kendileri gibi olmayan ve kendilerinden olmayan her yeri, her şeyi, herkesi yok edip dünyaya bir adalet getirebileceklerini sanıyorlar. “Ya bizimlesin ya onlarla” diye tırmandırılan fanatizm, insanlığı terörün karanlık koridorlarına hapsetse de bugün gördüğümüz tablodaki Filistin sokaklarını kana bulayan gözü dönmüş şiddet, dünyaya ekilmiş nefret tohumlarının Kudüs bahçesinde meyve vermesidir.
Bizde ise birkaç gün hamasi nutuklarımız, diplomatik ilişkilerimiz gündemde kalacak; sokaklar beddua ve sloganlarla inleyecek ama sonra unutulacak. Ta ki yeniden gündem oluncaya değin. Ama sadece biz unutacağız ve şeytan amacına ulaşıncaya değin şeytanlığını yapmaya devam edecek.
“Beni yakan ateş herkesi yaksın” mantığıyla dünyayı ateşe veren birilerine ateşin de gül bahçesine dönüşebileceğini ve üzerinde yaşadığımız bu toprakların bu samimiyete şahit olduğunu, bu geleneği mirasçısı olduğunu hatırlatabiliriz evet ama önce kendimizi fark ederek! Zira insan önce kendi karanlığını tanımalıdır!
Farkında olabilme temenniyle!
(Bitti)