M. RIDVAN SADIKOĞLU

M. RIDVAN SADIKOĞLU

İNSAN İNSANA EMANETTİR

İÇİMİZDEN HESAP SORMAK -2

Oysa ki İslam dediğimiz değerler bütünü; insana bir şey eklemek değil, insana sonradan eklenmiş olan tortuların ayıklanmasına yönelik İlahi bir teklif olup, bu teklif kişinin hür iradesine bırakılmış ve insan denen kutsalı ömrüne yük ettiği cüruflardan ayırarak “mücevher” haline getirebilmek adına bu yol haritası sunulmuştur. 

Yani ilahi beyan “seni ben yarattım, bu yüzden seni en iyi ben tanırım, iradene müdahale etmeyeceğim ama benim sana gösterdiğim yol haritasını uygularsan hem mutlu ve huzurlu olacaksın; sözümü dinlersen ötelerde sana üflediğim nefesi de huzura erdireceğim” mesajı veriyor. 

Başka bir deyişle İslam, ilahi beyanın ifadesiyle sentetik olmayan, doğal, fıtrat olan “Allah’ın boyası”dır ve kanaryanın sarısı, akikin kırmızısı, gümüşün beyazı gibi fırçaladıkça parlar. 

Çağın acıyı, gözyaşını, kederi reddeden imitasyon mutluluklara inat; işte bunun için acılar ve sınavlar, fıtrat boyasını “daha bir canlı” kılar ama onun dışındaki tüm boyalar sentetiktir; fırçaladıkça dökülür. 

Bu yüzdendir ki, bu fıtratı unutan ve unutturulan nice insan; kimi zaman bir yakınını kaybetmekle, kimi zaman bir sabah ezanıyla, kimi zaman yüreğine çarpan iki kelamlar ruhuna envai çeşit yolla çalınan o sentetik boyanın, o kir ve pasın sıyrılıp indiğine ve altından fıtratın doğal boyasının çıktığına şahit olup, bunun pişmanlığı akıttığı yüzünü yakan iki damla gözyaşı ile ruhunu yıkar. 

Gözümüzün önündeki bu realiteye rağmen neden bu haldeyiz peki?

Zihin torbama aktardığım mümkün mertebe hem düne hem bugüne hem yarına hem de ötelere lazım olacak bilgi dağarcığımdaki malumatı yüreğiminin mengenesine sokup sağdığım zaman anlıyorum ki, biz sanki üç çeşit insan modeli yüzünden bu haldeyiz.

Bunları kendini her türlü hata ve kusurdan “münezzeh” bir şekilde “melek” sanan tipler; kendisinin hiçbir bilgiye ihtiyacı kalmamış ve kendisi “kemal” noktasına erip tamamlanmışçasına kendini “öğreten” rolünde birer “muallim” addeden insan tipi, üçüncü olarak da sadece İlahi bir kudretin yapabileceği düzeyde iş ve sorumluluk altına girip haddini ve hududunu, yetersizliğini ve acziyetini unutarak farkında olmadan “ilahlık misyonuna” soyunan insan tipleri olarak sıralayabilirim ki muhtemelen bu üç insan tipiyle hepimizin kaderleri kesişmiş ve kesişmektedir.

İlk grup olan ve kusursuzluğunu ilan eden insan tipi, pek tabi ki hatadan münezzehliğini, insanlara “melek” rolünde aşikâr bir şekilde takdim etmez. Zira öyle olsa, bilir ki hiç kimse dönüp suratına dahi bakmaz! 

Peki ya ne yapar? 

Yanıldığını, yanılabileceğini, beşer olduğunu, hep bir hata payı olabileceğini asla kabul etmez. Hata ettiğini söyleyen, onu eleştiren herkesi rakip görür, hatasını düzeltmeye kalkanları ise hasım gibi algılar. Böylelerini mümkün değil eleştiremezsiniz. Çünkü her yaptığının mükemmel olduğunu düşünür ve bunu her fırsatta “her yaptığım doğrudur” edasında insanların gözüne sokar. 

Çünkü irfani deyimle “tuzak kuran” olarak tabir edilen şeytan ve avanesi, yüreğine ektiği vehim ve vesvese ile onu da Âdem babamız ve Havva annemizi “melekleşme ve ebedileşme” tuzağına düşürdüğü gibi ‘mükemmelleşme sanrısı’na düşürmüş ve bu sayede kendi tebessümlerini süslemiştir.

İşte bu nedenle kendini “mükemmel ve kusursuz” zannedenlerin çoğunlukla yan gelip yattığını, hiçbir işin ucundan tutmadığını; buna rağmen “üstünlük” ve “mükemmellik” kendi tekelinde olduğu için(!) hiç kimseyi de beğenmediğini görürsünüz. 

Zira kurduğu fikir dünyası “ben yaparsam en güzelini, en mükemmelini yaparım!” üzerine bina edilmiştir. Ama “mükemmellik” dediğimiz şey, insana özgü olmadığı ve pek tabi ki alınan eğitim, mevcut sosyo ekonomik durum, yaşanmışlık adanmışlık ve adanmışlıklarla şekillenen göreceli bir kavram olduğu için doğal olarak “mükemmele” ulaşmaya ve herkesi memnun etmeye gücü yetmez. Elinden geleni yapmaya da razı gelmez, çünkü yaparsa “en iyisini” yapmasını gerektiğine inanır. Dolayısıyla bu tür insanların topluma ve insanlığa değer katmak, insanlığın kanayan yaralarına pansuman yapmak adına hiçbir şey yaptığına şahit olamazsınız.

Ben her şeyi bilirim”, “bu yüzden bensiz olmaz” edasındaki ikinci tip insan modeli de aslında bunu ilan etmezler; hatta belki de böyle bir şeyi akıllarından dahi geçirmemişlerdir

Ancak onlar, kendilerinin ‘özel’ olduğunu düşünen, etraflarındaki eş, dost, ahbaplarının da   de öyle düşünmelerini isteyen tiplerdir. Zira onların hatalarında hikmet, unutmalarında saffet, tokatlarında şefkat vardır. 

(Devam edecek)

<