İKİ YÜZLÜ DÜNYA -1

24 Şubat 2022 tarihinde başlayan Rusya- Ukrayna savaşının neredeyse bir ayı dolmak üzere, bu bir ayda yaşananların birçok benzeri halen dünyanın birçok yerinde devam ediyor. Lakin ya yeni başladığı ya da savaşın bu kadar yakınlarına geleceklerini düşünmedikleri ve kontrolün kendilerinde olamamasından dolayı Avrupa ve Amerika, Rusya- Ukrayna savaşına ateş püskürüyor.

İşin ilginç yanı bir taraftan Ukrayna'ya; sana her türlü yardımı yapacağız, arkandayız, tam destek diyen NATO ülkelerinin devlet başkanları sadece oturdukları yerden ahkam kesip, telekonferanslarla uzlaşma sağlamaya çalışıp, Ukrayna’yı bu savaşta yalnız bırakıyorlar.

Çünkü bu durum bir yandan işlerine gelirken (silah satımı gibi) diğer yandan da ucunun kendilerine dokuna bileceği (3.Dünya Savaşı’nın) korkusunu yaşıyorlar, buna bir nevi “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” diye biliriz de.

Bildiğimiz üzere insanları dil, din, ırk gibi nedenlerle sınıflandırdıkları gibi ülkeleri de “gelişmiş, gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkeler” olarak da sınıflandırıyorlar. Gelişmiş ülke olabilmek için; ekonomi, eğitim, hukuk, sanayileşme, kişi başına düşen gayri milli safi gelirinizin, sağlık düzeyinin yüksek seviyelerde olması gerekiyor. Bunu başarabilen ülkeler ise Amerika Birleşik Devletleri kısaca (USA), İngiltere, Almanya, İtalya, İsviçre, Suudi Arabistan, Çin, Japonya ve Kanada gibi ülkeler olmanız gerekiyor. Sene 2022 olmuş ama maalesef Türkiye bu gelişmiş ülkelerin içerisinde değil.

Gelişmekte olan ülkeler ise ekonomik ve coğrafi terim olarak “gelişmiş ülkelerden” bir kademe geride yer alan ülkelerdir. Gelişmekte olan ülkelerde gelişmiş ülkelere nazaran daha düşük yaşam standardı, tam olarak gelişmemiş sanayisi, ekonomisi ve insani gelişim endeksi mevcuttur.

Az gelişmiş ülkeler ise; dünyadaki tüm ülkeler arasında ekonomik ve sosyoekonomik açıdan en az gelişmiş ülkelerdir. Bir başka deyiş ile eğitimin, sağlığın, ulaşımın, hak ve hukukun, halkın yaşadığı hayat standartlarının hala çok az olduğu ülkelerdir. 

Bu ülkelerde genelde Afrika kıtasında yer alan ülkelerdir, bunun nedeni ise dini inanışları ve aç gözlü Avrupa ve Amerika’nın sömürüsü altında olmaları nedeniyle kendi kendilerine gelişme fırsatını dahi yakalayamamış olmalarındandır. Bu bağlamda bir ülkenin gelişiminde sağlık, eğitim, ulaşım, hukuk ve teknolojik gelişim gibi faktörler etken olabiliyor.

Gelişmiş ülkelerin listesine baktığımızda Küba’yı göremeyiz lakin Küba 1 Ocak 1959 yılındaki devrimden sonra okyanustaki birada ülkesi olmasına ve “gelişmiş ülkelerin” baskı ve yaptırımlarına rağmen, Türkiye, İran ve Japonya gibi küllerinden yeniden doğmuştur. 

Kendi çabalarıyla, dünyada ütopya olmayı başaran tek ülkedir diyebilirim. Küba’yı incelediğimizde görüyoruz ki sağlıkta, eğitimde, tarımda, sanayileşmede, turizmde, halkının yaşam standartlarında bugün ben geliştim diyen bütün ülkelerden daha üstün durumda. Ülkede, evler kiralık değil, yemek içmek neredeyse bedava, herkesin statüsü aynı kimse kimseden makam ve mertebe olarak üstün değil, herkes istediğinde lüks lokantalarda kendisine tuhaf tuhaf bakılmadan istediğini yiyebiliyor, kimse aç değil, sıcak iklimde oldukları için yakacak dertleri de yok hal böyleyken Küba’da yaşamayı herkes ister gibi geliyor. Evet Küba komünist bir rejimle yönetiliyor, ama halkın geneli durumdan memnun ve bence birçok bakımdan gelişmiş ülkelerden daha üstün durumda şu anda.

Diğer taraftan bakıldığında da şunu görüyoruz ki, dünyayı yönetmeye çalışan "gelişmiş ülkeler” başlığı altında toplanan ülkeler, gelişmekte olan ülkelerle az gelişmiş ülkeleri kendi çıkarları doğrultusunda kullanıyorlar. Bir nevi hangi ülkenin ne kadar gelişeceğine onlar karar veriyor. Biraz aklını kullanıp kendi ekonomisini yaratan ülkeleri yok sayıp onlara yaptırımlar uygulayarak, sömürerek, borçlandırarak, hukuk ve özgürlük anlamlarında söylemlerle ülkeleri iç savaşlara sürükleyerek onları yalnızlaştırıyorlar.

Bunu o kadar ustalıkla yapıyorlar ki, siz savaşın, çatışmaların ülkenize onların ülkelerindeki sistemin getirileceğini sanırken, onlar sizin tüm değerlerinizi, uğruna canınız vereceğiniz her şeyi ellerinin altına alıyorlar bile. Bu dini düşünceleriniz, diliniz, ananeleriniz, eğitim sisteminiz, sağlık sisteminiz, madenleriniz, tarımınız, ekonominiz, ulaşımınız ve namusunuz bile olabiliyor. Siz farkına çok sonra varıyorsunuz aslında olup bitenlerin, sizin istediğinizle alakasının olmadığının. 

Sonra sizin içinize fesatlık tohumu atıyorlar, öyle ki kardeş kardeşe, anne çocuğa, çocuk babaya, arkadaş arkadaşa, eşe dosta bir anda düşman oluyorsunuz farkında olmadan. Bunun en yakın örneği, şimdiki Rusya- Ukrayna savaşı ile 6 Nisan 1992 de başlayan Bosna-Hersek savaşıdır.

Sovyetler Birliği Rusya'sının 25 Aralık 1991 tarihinde dağılması ve hemen akabinde Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyetinin 1980 yılında başlayan iç savaşlar nedeniyle 1991 yılından 2008 yılına kadar süren dağılımıyla bu konuda en çok zarar gören ülke ne yazıktır ki, nüfusunun %50.7’ si Müslüman olan Bosna- Hersek'tir.

Sözüm ona gelişmiş ülkeler, Bosna- Hersek'te savaş çıktığında “üç maymunu” oynarcasına gözleri kör, kulakları sağır ve ağızları lal olmuştur. Aynı avlu içerisinde yaşayan aileler, arkadaşlar, çocuklar, dostlar bir anda dilleri, dinleri farklı olduğu için birbirlerine düşman olmuş, beraber gülüp ağladıkları zamanlar göz ardı edilerek bir birlerini hunharca katletmişlerdir.

 Avrupa ve gelişmiş ülkelerde bu katliamlara sessiz kalmış Birleşmiş Milletlerin o dönemdeki barışı sağlama görevini üstlenen Hollanda görev kuvvetlerinin baş komutanının emri ile siviller için güvenli bölge için ayrılan Srebrenitsa’nın kapılarını açarak Sırpların burada, sırf Müslüman ve Boşnak oldukları için 11 Temmuz 1995 de katledilmelerine, toplu soy kırımına izin vermiştir.

(Devam edecek)

<