CEMAL KARABAŞ

CEMAL KARABAŞ

İLK ÖĞRETMENİM BABAM

İLK ÖĞRETMENİM BABAM

İlk öğretmenim babamdır.

Rahmetli , gençliğinde bedeli  harmandan harmana ödenen  köy berberliği yapmış, köy odalarında misafir kalmıştı.

O zamanlar ağalar ağa, beyler bey idi. Namuskar insanlardı. Toprağına sığınan  fakir fukarayı korur gözetirlerdi. Yedikleri içtikleri  hemen hemen aynıydı.  Dini ahlaki hikayelerle masallarla köy halkını  eğitirlerdi.

Dersler;   kimsenin malını çalmayacaksın, kimsenin namusuna yan bakmayacaksın, adam öldürmeyeceksin, mert olacaksın, puştluk yapmayacaksın  hususları  üzerineydi...

Kış bastırıp, karlı dumanlı soğuk kış gecelerinde  kurtlar uluduğunda,ağa içeriye seslenir;

- Haydin uşak,  hele bir çay getirin içek,  derdi.

O zamanlar gerçek  çay müstesna bir şeydi. Marabalar  bilmezdi. Ancak ağır misafir geldiğinde ağa çay demletirdi.  Geleneksel “çay” ise pekmez şerbetiydi.   Pekmez şerbeti için  öyle söylenmiş öyle bilinmişti. O kadar sık  içilirdi ki artık köylülerde şerbet bıkkınlık getirdi.

Ağanın  divanında   ağırlanan hikayecinin/ dengbejin / anlatıcının etrafını çeviren abdestli marabalar ile  sair cemaat   diz çöküp bütün dikkatlerini “aşık” ın  “matal”ina  verirlerdi..

Yatsıdan başlayıp sabah namazına kadar süren bu toplantılarda  hafızasına nakşolunan dersler, mertlik,yiğitlik üzerineydi.

Bu hikayelerin ana  kaynağı Kur' an , sünnet idi.

Bütün geçmişlerimize rahmet;  rahmetli babam da bu cemaatlerde bulunmuştu. Hafızası güçlü idi. Bir dinlediğini bir daha unutmazdı. Rahmetli bir keresinde şöyle demişti;

-Bir  anlatılan destanı öylesine ezberlemişim  ki, bir sabah kalktığımda destanın hepsinin aklımda kaldığını gördüm.

Laf orada değil * (cy) ; babamın o sıralar okur yazarlığı yok.

Dedem köşker. Fakir ama namuslu vakarlı bir adam. Bir ayağı felçmiş.  Tahtadan bir   koltuk değneği varmış.  Halk dedeme;

Vohop,  bu oğlan çok akıllı . Bunu mektebe ver , demişlerse   de dedem ;

Okuyup da mamur mu olsun?  Memur olup da milletin canını mı  yaksın, demişti.

Meğerse,  cumhuriyetin polis memurları    felçli dedemi bir keresinde nahak yere  tekme tokat dövüp hakaret etmişlerdi. Onun için tek çocuğunu okutmamıştı. Babam da  babasının bir sözünü iki etmedi. Kendi kendini  içinde bulunduğu toplum içinde eğitti.

Vade gelip hak vaki olup  dedem ölünce ,babam küçük kardeşini “ sanat okulu” na verdi. Amcam orada okuyup iyi bir sanatkar oldu. 

Halk babam için ta o zamanlarda;  “ okusaydı büyük adam olurdu" demişti.

Babam Cumhuriyet mekteplerinde okuyamadı, ama ali okulunda okudu.

Tarih okudu, masallar okudu, dini, ahlâkı hikayeler okudu.

 Okuduğunu, duyduğunu, öğrendiğini  tatlı bir üslupla cemaate aktardı.

Mahallemizdeki  cemaatinde benim de yerim vardı. Sohbetler arkası yarın şeklinde dersler uzayıp giderdi.

Üniversitelerde  okuyup mahallemize dönenler “ilk öğretmenleri “ olan babamı saygıyla tazim eder, hatırını bilirlerdi.

Rahmetli babam 53’ den sonra köy berberliğini bırakıp fabrikada çalışmaya başlamıştı.  Gece vardiyasından  sonra  yorganı  çenesine kadar çekip, bana bir lise talebesinden ödünç aldığı yarısı yırtık bir  tarih kitabını uzatır; 

-Oku oğlum, derdi. Bana Osmanlının kuruluş, yükseliş devrini okuttururdu, Duraklama devrine geldiğinde ise  uykusu gelirdi.

Bana Koroğlu’nu ,Battal Gazi”yi , Billur Köşk’ü , Hz.Ali cenklerini  okuturdu.

Fabrikadan sonra mahalle berberi oldu. Hayat derslerini vermeye orada devam etti.

Babam gözümde dev adamdı. Onun bir parmağı  benim  iki parmağım kadardı.

Evimizde mülkiyeti  tarafımıza ait biricik iki kitap daha  vardı. Biri sayfaları  çevrilmekten pörsümüş namaz kitabı, diğeri de  yarısı yırtık  ilkokul  iki ya da  üçüncü  sınıf bir aritmetik kitabı...

Bana okumayı sevdiren  babam benim ilk öğretmenimdi...

****

*(CY)- Rahmetli Celal Yalvaç’ in ünlü sözü ...

<