İLK ÖĞRETMENİM BABAM
İLK ÖĞRETMENİM BABAM
İlk öğretmenim babamdır.
Rahmetli , gençliğinde bedeli harmandan harmana ödenen köy berberliği yapmış, köy odalarında misafir kalmıştı.
O zamanlar ağalar ağa, beyler bey idi. Namuskar insanlardı. Toprağına sığınan fakir fukarayı korur gözetirlerdi. Yedikleri içtikleri hemen hemen aynıydı. Dini ahlaki hikayelerle masallarla köy halkını eğitirlerdi.
Dersler; kimsenin malını çalmayacaksın, kimsenin namusuna yan bakmayacaksın, adam öldürmeyeceksin, mert olacaksın, puştluk yapmayacaksın hususları üzerineydi...
Kış bastırıp, karlı dumanlı soğuk kış gecelerinde kurtlar uluduğunda,ağa içeriye seslenir;
- Haydin uşak, hele bir çay getirin içek, derdi.
O zamanlar gerçek çay müstesna bir şeydi. Marabalar bilmezdi. Ancak ağır misafir geldiğinde ağa çay demletirdi. Geleneksel “çay” ise pekmez şerbetiydi. Pekmez şerbeti için öyle söylenmiş öyle bilinmişti. O kadar sık içilirdi ki artık köylülerde şerbet bıkkınlık getirdi.
Ağanın divanında ağırlanan hikayecinin/ dengbejin / anlatıcının etrafını çeviren abdestli marabalar ile sair cemaat diz çöküp bütün dikkatlerini “aşık” ın “matal”ina verirlerdi..
Yatsıdan başlayıp sabah namazına kadar süren bu toplantılarda hafızasına nakşolunan dersler, mertlik,yiğitlik üzerineydi.
Bu hikayelerin ana kaynağı Kur' an , sünnet idi.
Bütün geçmişlerimize rahmet; rahmetli babam da bu cemaatlerde bulunmuştu. Hafızası güçlü idi. Bir dinlediğini bir daha unutmazdı. Rahmetli bir keresinde şöyle demişti;
-Bir anlatılan destanı öylesine ezberlemişim ki, bir sabah kalktığımda destanın hepsinin aklımda kaldığını gördüm.
Laf orada değil * (cy) ; babamın o sıralar okur yazarlığı yok.
Dedem köşker. Fakir ama namuslu vakarlı bir adam. Bir ayağı felçmiş. Tahtadan bir koltuk değneği varmış. Halk dedeme;
Vohop, bu oğlan çok akıllı . Bunu mektebe ver , demişlerse de dedem ;
Okuyup da mamur mu olsun? Memur olup da milletin canını mı yaksın, demişti.
Meğerse, cumhuriyetin polis memurları felçli dedemi bir keresinde nahak yere tekme tokat dövüp hakaret etmişlerdi. Onun için tek çocuğunu okutmamıştı. Babam da babasının bir sözünü iki etmedi. Kendi kendini içinde bulunduğu toplum içinde eğitti.
Vade gelip hak vaki olup dedem ölünce ,babam küçük kardeşini “ sanat okulu” na verdi. Amcam orada okuyup iyi bir sanatkar oldu.
Halk babam için ta o zamanlarda; “ okusaydı büyük adam olurdu" demişti.
Babam Cumhuriyet mekteplerinde okuyamadı, ama ali okulunda okudu.
Tarih okudu, masallar okudu, dini, ahlâkı hikayeler okudu.
Okuduğunu, duyduğunu, öğrendiğini tatlı bir üslupla cemaate aktardı.
Mahallemizdeki cemaatinde benim de yerim vardı. Sohbetler arkası yarın şeklinde dersler uzayıp giderdi.
Üniversitelerde okuyup mahallemize dönenler “ilk öğretmenleri “ olan babamı saygıyla tazim eder, hatırını bilirlerdi.
Rahmetli babam 53’ den sonra köy berberliğini bırakıp fabrikada çalışmaya başlamıştı. Gece vardiyasından sonra yorganı çenesine kadar çekip, bana bir lise talebesinden ödünç aldığı yarısı yırtık bir tarih kitabını uzatır;
-Oku oğlum, derdi. Bana Osmanlının kuruluş, yükseliş devrini okuttururdu, Duraklama devrine geldiğinde ise uykusu gelirdi.
Bana Koroğlu’nu ,Battal Gazi”yi , Billur Köşk’ü , Hz.Ali cenklerini okuturdu.
Fabrikadan sonra mahalle berberi oldu. Hayat derslerini vermeye orada devam etti.
Babam gözümde dev adamdı. Onun bir parmağı benim iki parmağım kadardı.
Evimizde mülkiyeti tarafımıza ait biricik iki kitap daha vardı. Biri sayfaları çevrilmekten pörsümüş namaz kitabı, diğeri de yarısı yırtık ilkokul iki ya da üçüncü sınıf bir aritmetik kitabı...
Bana okumayı sevdiren babam benim ilk öğretmenimdi...
****
*(CY)- Rahmetli Celal Yalvaç’ in ünlü sözü ...