İNSAN İNSANA EMANETTİR (2)
Hak ile batıl terazisindeki bu “bilinç”; taşıdığımız candan, o can o bedende dolaştığı müddetçe temas ettiğimiz her şeye; yaşadığımız evden oturduğumuz koltuğa; cebimizdeki paradan eşimize, çoluk çocuğumuza; aldığımız nefesten karşılaştığımız insana, yaşadığımız andan sarf ettiğimiz söze kadar sahip olduğumuzu sandığımız; bizim olmayan, bizde durması için bir müddetliğine “sınama amaçlı” teslim edilen ömür, sağlık, evlat, mal, mülk, akıl, idrak, güzellik dâhil herşeyin “bize ait olmadığı” idrakini nasip ediyor.
“Ben kazandım” zannettiğimiz malın da, dikkat ettiğimiz için uzadığını sandığımız ömrümüzün de, gayret ettiğimiz için elde ettiğimiz vehmine kapıldığımız başarımızın da “aslında bize ait olmadığı” düşüncesi; hem kendi hiçliğimizi hem de kendimize ait olsun olmasın var olan her bir şeyin hiçliğini idrak etmenin eşiğine varıp oturtuyor bizi aynı zamanda “birbirimize emanet edildiğimizin” de bilinci içinde.
“Yok”u fark etmekle yegâne var olanı tanımanın kapısı da aralanıyor böylelikle. Bu kapıdan içeri girip sadece kendimizi kâmilen terbiye etmekle kalmıyor, başka kulları da hal ve ahvalimizle bu güzellik sofrasına davet etmiş oluyor; ısrarla andığım “Müslümanlık insanlığın annelik makamıdır” cümlesinin de altını doldurmuş oluyoruz.
İlahi kelamın “Kerim” sıfatına sığınarak kalbinizle bakın;
İnsanın insana nasıl emanet edildiğini müşahede edecek, Rahman'ın emanete sahip çıkılma üzerinden aff için kapıları nasıl sonuna kadar açtığını iliklerinize kadar hissedeceksiniz.
Bakalım hep birlikte!
Bir günah mı işledin, telafi edip temizlenmek için hemen boyunduruk altında olan birini bul ve onu tutsaklığından kurtar. Buna gücen yetmezse hemen bir yoksul bul ve onu açlıktan kurtar. Buna da gücün yetmezse aç kal. Ya kölelere özgürlük (fekku ragabe), Ya açları doyurma (taâm miskîn), Ya da aç kalma (savm)!
“Ya açları doyur ya da kendin aç kal ki hallerini anla” diyor adeta Allah!
İlahi kelamda günahlara karşı kefaretler hep bu yönde...
Düşünün!
Neden Allah on rekât namaz kıl, yüz gün peş peşe sabah namazına kalk demiyor sizce?
Zekât, sadaka, infak dahi neden hep malı temizleme üzerine!
Hep ver diyor ayetler;
Yoksullara sahip çık. Açları doyur. Düşkünlere el uzat. Kimsesize ‘kes’ol…
Bence mesaj çok açık;
“Benim emanetime sahip çıkın ki ben de size sahip çıkayım !!!”
Ama bizim toplum olarak asıl sıkıntımız da burada başlıyor ne yazık ki…
Çünkü sunulan nimetler içinde ihtiyacımız dışındaki her şeyden hesaba çekileceğimiz konusunu unutmuş; ağzımıza aldığımız her lokmada, israf ettiğimiz her damla suda, fazladan aldığımız her giyside, beğenmeyip dolaba attığımız her ayakkabıda, günlük çöpe attığımız 7 milyon ton ekmekte fakirin, fukaranın, yetimin, düşkünün hakkı olduğunu “benlik” çukuruna gömmüş; her anı kayıt edilen bu emanet yaşam içinde tüm bunların hesabını verebilecek şuur ve bilinci kaybetmiş durumdayız. Dünyada her gün açıktan ölen on binlerce insanın üzerindeki parmak izlerimizi göremiyoruz.
Zira yaşadığımız çağa rengini veren kapitalist zihin yapısı bize nefsimizi okşayan sloganlar eşliğinde “tüketmeyi ”dayatıyor. Dışımızdaki dünyanın bitmek bilmeyen değişim ve gelişim sancısının uğultusunda serbest piyasa ideolojisi doğrultusunda sürekli “tüketmeye” teşvik ediliyoruz. Çünkü kapital dininin yaşaması için gerekli olan ve adeta atomize edilmiş tüketiciler hükmündeki bizler tüketeceğiz ki, onlar semirsin.
Bu tüketme arzusu içinde de sahiplik arzumuz “sorumluluk ihmâline” dönüşsün. Her şey bizim olsun derken biz kendimizden bir başkası olup çıkalım. Dışımızdaki gürültüden içimizdeki sese sağırlaşalım. Hakikati haykıran vicdanın sesine sağırlaştıkça da nefsimiz bize imam olsun. Hevâ ve hevesimiz, dünya sevgimiz, ölüm korkumuz, kendimizden kopuşumuz, gelecek algımız, savrukluğumuz, dengesizliğimiz, şuursuzluğumuz, ilimsizliğimiz, amelsizliğimiz, ihlâssızlığımızla kalbimizden başlayarak, bizi insan kılan her neyimiz varsa teker teker yok etmeye başlayalım. Buharlaşan her değerimizle beraber, irfânımız, izânımız, insâfımız yara alsın; iyiliğimiz, güzelliğimiz, kardeşliğimiz can çekişsin; adâletimiz, insanlığımız, iddiamız ölsün ama görmeyelim. Perde inen gözlerimizle kendimizi değil sadece, mâzimizi, istikbâlimizi, son bir umutla bize dikilen mazlum gözleri, bizim kim olduğumuzu hatırlamamız niyâzı ile göğe açılan elleri, hâlinden muzdarip, olması gerekenden habersiz ruhları yok edelim ama farkında bile olmayalım.
Alın başınızı ne olur ellerinizin arasına.
Tüm bu saydıklarım olmadı mı?
Asıl gayesi niteliksiz bir eğitimden geçmiş, düşünmesi ve aklını kullanma şansı elinden alınmış, özgüvensiz, sadece tüketici olarak ihtiyaç duydukları, ürettiği hiçbir şeyle tanınmayan, saygı duyulmayan bir kültür oluşturmaya çalışan kapital dinine her birimiz iman etmedik mi?
Evet, kul dilediğinde Rabbi de diliyor. Hayrın vesilelerinden olmak kadar şerrin vesilelerinden olmak da kulun iradesince cereyan ediyor. Bizler hayrı ve güzelliği talep ettiğimiz sürece bu yöndeki işlerde kullanılıyoruz ki istifade etmek isteyen kullarına ziyadesiyle veriyor.
Öyleyse “emanet” bilinci içinde “bal yapan arılardan biri mi olacağız yoksa peteğin yolunu bile bilmeyen yaban arılarından biri mi?”
Asıl mesele bu sanırım.
Zira bugün amel var hesap yok!
Yarın hesap var amel yok.
Müebbet Muhabbetle…
(Bitti)