ZAFER BENGİ

ZAFER BENGİ

İnsan kalitesi!

Zamanlama, çok önemlidir...

Doğru zamanda doğru yerde bulunmak başarının yarısıdır...

Liyakatli kadroların başarılı olması kaçınılmazdır...

Ülkesi ve milleti için hizmet vermek, “onurlu insanlar”ın işidir...

Unutmayalım, bu dünyanın “fani” olduğu bir gerçektir!

Yani “ölüm” mutlaktır!

Dinimiz neyi emreder, “kul hakkıyla gelmeyin”i...

Peki biz ne yapıyoruz, menfaatimizi hep ön planda tutuyoruz...

İntisnalar hariç, elbette...

***

Diyeceksiniz, bu cümleler nereden çıktı?

Hemen anlatayım...

Bir yerde kuyruk varsa, ön sıralarda yer almak için ya “kaynak” yaparız, ya da çeşitli gerekçeler sunarak öne geçmeye çalışırız...

Herhangi bir şekilde, maddi değeri büyük olmasa da, bir hediye dağıtılıyorsa, üst süte çıkar, birbirimizi ezeriz...

Biletsiz, yani kaçak vaziyette, vapura, tramvaya, trene, metroya, metrobüse, otobüse, minibüse binmeye çalışırız...

Bir gün öleceğimizi bildiğimiz için, neredeyse “beleş kefen” bulup, “beleş mezar”a girmeyi düşünürüz!

İstisnalar hariç, elbette...

***

Allah bereket versin” deriz, ama satabildiğimiz kadar pahalıya satmaya çalışırız.

Halk deyimiyle, “kazıklama”yı başarı zannederiz...

Hatta üstüne üstlük, “Abla, ağbi vallahi billahi maliyeti değil” yalanını söyleyerek, insanların “dini duyguları”nı istismar ederiz...

Son kullanma tarihi geçmiş ürünleri, “ucuz” gösterip, çöpe atacağımıza, paraya çevirip, insanların sağlığını riske ederiz...

Ederinin üzerinde fiyatlarla, elimizdeki malları satmak için takla üzerine takla atar,

Sattıktan sonra da, “enayi yedi” deyip, üstüne üstlük keyif almaya çalışırız...

İstisnalar hariç, elbette...

***

Yazdıklarımızla, insanları ikna etmeye çalışarak, menfaat karşılığı “yandaş” kadrolar oluşturmaya çalışırız...

Doğruları, halkın yararına olanları gizleyerek, menfaatimiz neredeyse onları yazılarımıza alet ederiz...

Araştırmayı sevmeyen, tek yönlü okuyan, tek yanlı izleyen, tek yanlı dinleyen bir toplum olduğumuzdan, gözlerimiz, kulaklarımız, ağızlarımız kapalı bir şekilde hayatımızı sürdürürüz...

Gözlerimizi açmayı, karşı sesleri dinlemeyi, konuşmayı söyleyenleri, beynimizin süzgecinden geçirmeden, karşı düşman ilan ederiz...

Beynimizde oluşan, diğer görüşlere kapalı “tarafgir” düşüncemizi, “acaba?” deyip irdelemeye çalışmayız...

İstisnalar hariç, elbette...

***

Yalan”ı renklendirip, kategorize ederek, “Pembe Yalan” deyip, kendimize teselli ararız...

Eşimize, çocuklarımıza, yakınlarımıza en azından örnek olmak için, sözde “Pembe Yalan”lar söylemeyi, kaçış alanı olarak görürüz...

Gerçeklerden uzak durmak için neredeyse kaçış alanları ararız...

Sonra da deriz ki, “Aman canım, bunlar zararsız pembe yalanlar”...

Yalanın renklisi olur mu?

Yalan yalandır!

Unutmayalım, bu davranışın en azından “alışkanlık” yapacağını düşünmeyiz...

İstisnalar hariç, elbette...

***

Yukarıda sıraladıklarıma uymayan “insan” bulmak çok zordur...

Uymayanları da, “ne kadar saf” olarak adlandırırız...

Bir toplumu oluşturan katmaları aydınlatmak, bilim insanlarının, kanaat önderlerinin, yazarların, artık az da kalsa gerçek gazetecilerin, özellikle din adamlarının ve tüm siyasilerin, bizi yönetenlerin görevi değil mi?

Dürüst, liyakatli toplumlar için yukarıda da belirttiğim gibi, “başarı” kaçınılmazdır!

Yeter ki, toplumu aydınlatalım, doğru zamanda doğru insanları iş başına getirelim!

<