İRADE KRİZİ (Kadın Cinayetleri) -1
Gün geçmiyor ki bir kadın cinayeti ile yüzleşmeyelim veya böylesi bir cinnet anı, cinayet haberi dozu artırılmış bir şiddet sosu ile, üstelik en ince detayına kadar haber siteleri veya televizyon haberleri ile benliğimize çarpmasın.
Haberi duyduğumuz veya okuduğumuz anda kopardığımız anlık bir vaveyla, üç beş satırlık ve malum mecralarca belli karakterlere sığdırılmış sosyal medya isyanlarının ömrü ise en fazla yirmi dört saat.
Sonrası unutulup gidiyor ve ‘olayla ilgili ne yaşandı ise’ medya bir daha aynı konuya ilişkin bir servis yapmadan aklımıza dahi gelmiyor. Bunun gibi onlarca hatta yüzlerce örnek saymak mümkün.
Sadece bu tablo bile, aslında içinde yaşadığımız toplumun mevcut ruh halini özetlemeye yetiyor ama benim konum, bundan ziyade “şiddet” denen o anlık cinnetin kaynağına ulaşmak.
Öyle ya “birbirinizi sevmedikçe iman etmiş olamazsınız” nebevi haykırışından beslenen manevi dinamiklere sahip bir toplum “nasıl oluyor da” bu denli zıvanadan çıkıp “şiddet” yanlısı olup cinnet geçirebiliyor?
Aciz kanaatimce bu sorunun cevabına akli selim bir mutabakatla cevap bulunamadan; yani şiddetin kaynağını araştırmadan ve bataklığın adresini tespit etmeden ne hamasi nutuklar ne anlık figanlar ne en yetkili ağızlardan yapılacak açıklamalar ne de ne kadar ağırlaştırırsanız ağırlaştırın verilecek cezalar bunun önüne geçecek!
Tablonun ne hukuksal boyutu ne cezai boyutu ne kanuni boyutu ne de akademik boyutu benim ilgi alanıma girmiyor, zira görüyoruz ki hiçbiri bu sorunun ana kaynağına ulaşıp bu bataklığı kurutamıyor ama toplumsal boyutu sol yanımı kanatıyor.
Zira sebepleri irdelediğimde önümüze çıkan seçenekler aslında o kadar açık ve net ki;
Bir sevmeyi bilmiyoruz! İki merhamet nedir bilmiyoruz! Üç samimiyetimiz yok! Dört çocuklarımızı güç pompalayarak ve artık yazık ki sayısı her geçen gün artan parçalanmış ailelerde büyütüyoruz!
Bu kadar mı yani? Evet inanın sadece bu kadar.
Soralım, araştıralım, tez konusu yapalım. Hatta eşini veya sevgilisini en cani şekilde katleden insanlarla mülakatlar yapalım; saydığım bu dört şıkkın dışında başka sebep yok!
Metal tınılı ve arz ettiğim gibi samimiyetin artık yitik hazine olduğu günümüzde; evet, kullandığımız her kelime, içinde değerler matematiğimize ait ümit, değer, beklenti ve inançları taşıyıp onlarla hayat buluyor ama her yaşanan her makus olayla karanlığın siyahını artırdığına ve yaşamın soğuk olduğu kadar ıssız hale geldiğine şahit oluyoruz.
Bugünkü irfan ehli buna “kozmik yalnızlık” tanımını koysa da ne yazık ki felaketlerin hiç umulmadık yerlerden sillesini indirdiği bir endişe çağının göğsünden bu sayede süt emiyoruz!
Çünkü insan, yaşanan bu ve benzeri olaylarla ‘kendini güvende hissetme duygusu ile’ günden güne yalnızlaşıyor.
Çünkü insanı inançlarından, kültüründen, ait olduğu dinamiklerden koparan ve onu kendi fıtratına yabancılaştıran tüm güçler söz birliği etmişçesine kötülüğü pompalıyor.
Artık yazık ki ‘ekran kolik’ bir toplum olarak efsunlanmış bir halde esir edildiğimiz ekranlara bakın lütfen!
Televizyonlarımız, kullandığımız ve artık hayatımızın bir parçası haline gelen cep telefonlarımız, bu telefonlar yoluyla kullandığımız sosyal medya hesaplarımız yolu ile iletişimin tahtında oturan ‘medya krallığı’ sayesinde gözlerimiz sadece kötü olanı görmeye, kulaklarımız ise sadece kötü olanı duymaya ayarlanıyor. Onların canhıraş mesaisi ile hayatın karanlık ve kasvetli dehlizlerini, insan ruhunun alçaldığı karanlıkları görüyoruz.
(Devam edecek)