M. RIDVAN SADIKOĞLU

M. RIDVAN SADIKOĞLU

İNSAN İNSANA EMANETTİR

İRADE KRİZİ (Kadın Cinayetleri) - 3

Çok kesin bir hüküm sahibi olmamakla birlikte insanın sevdiklerinin ölümüyle birlikte belki kabuk bağlayan ama hiç iyileşmeyen yarasını ve o derin acısını da ben bu tespitime bağlıyorum.

Ancak severken yok olanlar ve yok edenlerin sebep olduğu cinayet ve cinnet haberlerinin sebebi de bence burada yatıyor. 

Zira, (bizler çok okuyan bir toplum olmasak da) bilimsel araştırmalar yaşamın erken döneminde yani sevgiye en çok ihtiyaç duyulduğu çocukluk yıllarında öfke, endişe, kaybetme duygusunun yerleşmesi ve çaresizlik gibi olumsuz duygular hâkim olmuşsa, o duyguların attığı kötücül tohumlar yeşererek kişinin ilerleyen yaşlarında gerek kendisine güveninde ve gerekse de kendilik değerinde de tüm benliği bir sarmaşık gibi kaplayacağını haykırıyor.  

Çünkü hepimiz dünyayı çocukluğumuzun, özellikle de erken çocukluğumuzun ayazında yediğimiz soğukla veya sıcakla; oradan aldığımız sevginin hazzı veya nefretin ateşiyle tanıyoruz. 

Yaşam boyu karşılaştığımız her görüntü, kişi ve duygu ise o ayazın veya ateşin ruhumuzda açtığı yarıklardan içeri girerek kendisini tanıtıyor ve bu da eğer negatif bir anlam yüklemişse öze yönelen, içi hırpalayan, en acıyan yerlerinden benliğini yumruklayan bir öfkeye dönüşüyor. 

Bu öfke, bizi az önce sözünü ettiğim gibi tamamladığına inandığımız veya kendimizi öyle inandırdığımız kişi ile karşılaşınca (belki de biz öyle sanınca) diniyor. Çünkü oradaki tamamlanmışlık hissi, dal budak saran sevgisizliğin ayazını güneşe çevirip içimizi ısıtıyor. 

Ta ki muhatabımız bizi tamamlamayı bırakana veya bunu reddedene kadar. Zira orda yeniden o kör öfke devreye giriyor ve bu kez yumruklarımız kendimize değil “bizi tamamlamayı reddettiği için” muhatabımıza yöneliyor. 

Yani şiddetin de öfkenin de sevginin de merhametin de şefkatin de kaynağı çocukluğumuz

Zira bu tür duygular, ilk çocukluk yıllarında gelişmeye başlıyor ve üzerimize gölgesi düşen anne, baba ve kardeşlerden oluşan aile sarmalında şekilleniyor. Aileden alınamayan sevgi, doyurulamayan takdir görme hissi, onaylanma ihtiyacı bu kez hayatına alınan insandan beklenir hale geliyor! 

Bunlar karşılanmadığı zaman ve ruh kendini eksik hissetmeye başladığı zaman da o yumruklar öfke ile ortaya çıkıyor. Zira ikinci kez yaşanan hayal kırıklığı, incinmişlik ve ümitsizlik ruhu esir alarak fırtınalara sebebiyet veriyor ve bizim şahitlik yaptığımız “irade krizlerine” yola açıyor!

Bu anlattıklarımın sağlamasını yapmak için bakın etrafınıza.

Annesiz büyüyen ya da anneye hasret büyüyüp anne gurbeti yaşayan bir erkek çocuğu, hayatına aldığı her kadından anneye olan özlemini giderebilmek için bir anne heykeli yontuyor. Zira geçmişin gölgesi onu izliyor ve bu geçmişin yaralarını hayatına aldığı insanla tedavi etmek istiyor. Ya da geçmişte bitmemiş bir mesele, görülmemiş bir hesap orada öylece bekliyor!

Bu yontmanın sonucunda hayatına aldığı insanla çocukluğun ayazını örtecek, yüreğini ortaya koyup onu gerçekten ve koşulsuz sevebilecek kadar soylu bir anne modeli çıkarsa ne âlâ; zira o kanayan yara kabuk bağlıyor, geçmişin hesabı görülüyor ve (ölene dek kalacak olan) anne gurbeti bu kadınla sona eriyor. 

Öyle ya yoldaşına kulak kesilerek, onun da kendisi gibi saygın bir varlık olduğunu, yaşadıklarının sahiciliğini, öyküsünün ve yarım kalmışlığının yürek yakıcılığını keşfederek başlıyor bu yolculuk. Varlık dediğimiz şey ise geçmişin belleği ve geleceğin beklentisi halini alarak anlam kazanıyor. 

Ne güzel söylemiş eskiler 'evvel refîk bade'l-tarîk' (önce yoldaş sonra yol) diye!

Tabi bu örneği aynı şekilde baba sevgisinden mahrum büyümüş kız çocuğu için de pekâlâ verebilmek mümkün! 

İlk çocukluk yıllarında alamadığı baba sevgisini hayatındaki erkekle tamamlayıp geçmişin yaralarını iyileştirmeye çalışan ve kendisinden esirgenen sevgiyi hayatındaki erkekten alabileceğini sanan ama bu beklentiyi yüreğinde cam kırığı avucunda can kırığı ile ödeyen, geçmişin yaralarını bazen onları iyileştirmek için ama bu kez bilinçli bir şekilde yeniden yaşayan kadın sayısı az değil!

Bu mümbit coğrafyada mülksüzlerin en büyük mülkünün bu birliktelik ve beklentiler olduğunu anlatan, sevgi hamuruyla karılmış bu tür acıklı, yürek acısı hikâyeler çokça maalesef. 

Kısacası, bu dünya macerasında hepimiz yaralı varlıklarız aslında. 

(Devam edecek)

<