İŞÇİ'NİN BAYRAM ETTİĞİ GÜN
Malum, bir İşçi ve Bahar Bayramı’nı daha geride bıraktık. Bütün dünyanın kutladığı, işçinin ve emekçinin emeğinin en yüce değer olduğuna dikkat çekildiği çok anlamlı bir gün...
Bir yıllık takvimimizi şöyle kronolojik bir taramaya tabi tutsak, herhalde pek çok anlamlı günü kutladığımızı görürüz. O taramada aklımıza gelemeyecek kadar kutlama günleri vardır. Bu günlerin çoğundan haberimiz olmaz esasında. Veya öyle bir anlamlı gün yaklaşınca haberdar oluruz. Genellikle insan hayatını direk etkileyen, insan duygu ve düşüncelerine vurgu yapan önemli günler, daha bir akılda kalır ve daha çok ses getirir.
Çoğu günlerin derinliğinde dramatik çağrışımlar vardır. O dramatik çağrışımlar, evrensel değerler bağlamında, direk olarak insan hayatında var olan gerçeklerdir.
İşçi Bayramı nasıl yaratıldı? Veya bir Anneler Günü, Babalar Günü, Yaşlılar Günü veya Özürlüler Günü gibi anlamlı günler.
“İşçi ve emekçi” dedik mi, durmaksızın çalışan, bedeninden ve hayatından parçalar vererek ayakta kalmaya büyük uğraş veren bir kitle gelir aklımıza. Bir makina düşünün. O makinanın çeşitli aksamları, çeşitli kolları ve küçük büyük parçaları vardır. Lakin bu makinanın en önemlisi, hiç şüphe yok ki, dişli çarklarıdır. İşte işçiler ve emekçiler o çarklara benzerler. Durmaksızın hayatın dişleri arasında törpülenip törpülenip yok olup giderler.
Tabii ki “işçi ve emekçi” dedik mi, bir de sosyalizm ve demokrasi gelir akla. Hatta çoğu insanın belleğine yerleşen komünist rejimin “eşitlik” kavramları içinde işçi ve işçi haklarının var olması, çekiçle orağı simgeleyen güçlü semboller, sloganlar ve sokaklardaki kızıl bayraklar gelir akla.
Şöyle Rus blokundaki devletlere kadar uzanınız, meydanlarda üç beş metre boyunda, belki daha fazla uzunlukta devasa heykellerle karşılaşırsınız. O heykellerin birinin güçlü pazulu avuçlarında çekiç, ötekinde de orak vardır. Çok da muhteşem heykellerdir onlar. Şöyle insanı sanatsal yapısı ve görüntüsü içinde insanı etkiler.
Sanırım işçi hakları ve emekçinin terini savunan en güçlü ülke de Rusya olmuştur. Veya öyle algılanmıştır. Bu bir etkileşim veya bir çağrışımdır diye de düşünebiliriz.
1 Mayıs, öyle bir 1886 tarihinde Amerika İşçi Sendikaları Konfederasyonu önderliğindeki grevler ile hayat buldu. İşçi-işveren ilişkilerinin bozulması ve uzun süren grevlerin olagelmesi, işte dünya işçilerinin daha bir örgütlenmelerini ve hak arayışlarını gündeme getirdi. Tabii ki o yıllarda Amerika’daki siyah-beyaz çatışmaları daha bir derindi. Hatta insanların köle olarak satıldığı bir dönemdi de diyebiliriz işçinin bu uyanma dönemine.
Gerek bizde, gerekse bazı diğer ülkelerde 1 Mayıs, adeta bir ideolojik eyleme dönüşür. Hatta bazı kitleler, kendi ideolojilerini kamuoyuna yansıtmak için böyle bir günü çok iyi kullanırlar.
Nedense bütün dünyada işverenler, yanında çalıştırdıkları zavallı işçileri sömürme alışkanlığına sahiptirler. Her zaman işçinin hakları yenir, her zaman işçi inek gibi sağılır ve sosyal hakları hiç de istendiği düzeyde verilmez.
Burjuvazi ile alt tabakanın çatışması, esasında Fransız İhtilali’nin gerçekleşmesi ile gelişmiştir. Yani “ezenle ezilenin” çatışması.
Eski insanlar daha mı acımasızdılar işçilere karşı?
Bence de öyleydi. Ülkenin iktidar ve güç odakları, işçi ve masum halk üzerinden suçlu ararlardı. Suçlu hakkını aramak için sokaklara döküldüğünde, bir puntuna getirip, dönem iktidarları o insanların kellelerini giyotinin altına koyarlardı. O giyotin dediğimiz keskin bıçak, insan başını gövdesinden ayırır, sonra da o acımasızlar masumların kellelerini bir sivri değneğin üstüne asıp, “İşte sizin de sonunuz böyle olacak” mesajını verirlerdi.. Ama o insanın ruhundaki fırtınalar hiç değişmez. Bir haklının kellesi gider ama binlerce kelle onun yerini alır, hak arayışlarında.
Değişen dünya değerleri, işçi ve çalışanın sendikalaşması ve hak arayışlarında daha bir yasal zemine oturtulması, herhalde en üst düzeydedir yaşadığımız zamanda diye düşünüyorum.
Şu bizim minnacık Kıbrıs’ımız mı? Herhalde sendikaların hak arayışları, Kıbrıs’ın idari ve ekonomik yapılaşmasında, hatta yasal avantajları ile daha bir ön plana çıktığını söyleyebiliriz. Hangi ülkede bu kadar sendika, bu kadar hak arayışı vardır? Şu anda bizim ülkede sendikasız veya eylemsiz gün yoktur. Yani özgürlükler ve özgür düşünceler bağlamında sendikaların faaliyetleri, sözde demokrasi kuralları içinde seyretmektedir ve maalesef sendikalar da bunu çalışanın üzerinden istismar etmekte ve kullanmaktadırlar.
Özellikle öğretmen sendikalarının eylemleri, resmen ideolojiktir ve geldikleri nokta, öğretmeninin haklarını korumaktan ziyade, siyasallaşma görüntüsü vermektedir.
Geç de olsa bütün işçilerin 1 Mayıs İşçi Bayramı kutlu olsun diyorum.