RECEP ARSLAN

RECEP ARSLAN

Işıklar sönüyordu

Yakacık tarih boyunca İstanbul’un akciğeridir.Şimdi de öyle. Yüksek bir tepedir. Hele Ayazma çok daha yüksek. Akşamları bir kenarda durup adaları, Marmara denizini seyretmeye doyum olmaz.
Burada yüzyıl önce bir İngiliz aile gelip sık çamlar arasında bir verem hastalıkları tedavi merkezi tesis etmişler. Mahmut Yesari burada tedavi görenlerden. Hatta buradaki günlerini anlatan bir eser de vermişti. Yakacık Mektupları.
Nazan Bekiroğlu şöyle anlatmış Yakacık Sanatoryumunu: Yakacık Sanatoryumu benzerleri gibi Çamlık ortasında, denize nazır, sakin bir yer. Ama onun asıl kimliği hizmet ettiği hastadan belli. Müteverrim. Kimi genç, kimi yaşlı, kadın, erkek, çoluk çocuk, zengin, yoksul, artist, yazar, merkezden, taşradan birçok yüz. Fakat hepsi aynı yolun yolcusu. Ölüme yürüyenler.


Xxxx


Işıklarla ümitler arasında bir münasebet kuran ve bulanlardanım. Yüksek bir tepeden İstanbul’un her semtine ayrı ayrı bakarsınız ve sevmediğiniz bir semtine rastlayamazsınız. Yahya Kemal Beyatlı’dan böyle öğrendik gençlik yıllarımızda.
İstanbul büyük, çok büyük, ihtişamlı, albenili, cazibeli, göreni kendine aşık eden bir masal mekean.

Xxxx


Hayat ta  İstanbul kadar, onunla kıyaslanmayacak kadar fazla her tepeden bakılan, ışıklarla,  ümitlerle dolu bir macera. Bunun böyle olduğu yaşlar var, olmadığı yaşlar var. Genç insan hayatın neresine hangi tepeden bakarsa baksın asla sönen bir ışık göremez. Aksine her bakışında başka ışıkların yandığını fark eder.
Yaş olgunlaştığında ışıkların hep aynı olduğu algılanır. Hatta bir sıkılma bile başlar biteviyelikten.
Gün gelir yaş döner. Hayatın akışı ileriye ve yükseğe olmaktan aşağıya doğru olmaya başlar.
Aynı hayata değişik yaş boyutunda bakan kişi değişik duyguların ikliminde, daha önce ümit ve arzu ile baktığı hayata, doygunluk, ya da başaramayacağına inanmış olarak bakarken hüzün bulutlarının karanlığında kalır.
‘İnan ki ağlamadım hüzünlüyüm sadece’ diyerek de kendini bile inandıramadığı bir nikap serer.

Xxxx

Yaş ilerleyip de yüksekten hayata bakıldığında ışıkların tek tek söndüğü görülür. Ümitlerin tükendiği, arzu ve isteklerin elde edilemeyeceğinin anlaşılması, hayatımızdaki ışıkları birer birer södürür. Artık sabah kaçta kalkdığınız, kalkmadığınız kimseyi ilgilendirmez. Sabah temizliği, siporu yapmanızın da bir anlamı kalmaz. Dişleriniz fırçalamak, sakal bıyık tıraşı olmak çok gerekli değildir ve yüktür artık. 
Bu dururmu muhteşem mısralarla anlatan Recaizade Mahmut Ekrem’in güzel mısralarından sonra daha söze hacet kalmadı.
 
Gül hazîn... sünbül perîşan... Bâğzârın şevki yok.. 
Derdnâk olmuş hezâr-ı nağmekârın şevki yok.. 
Başka bir hâletle çağlar cûybârın şevki yok.. 
Âh eder, inler nesîm-i bî-karârın şevki yok.. 
Geldi ammâ n’eyleyim sensiz bahârın şevki yok! 

Farkı yoktur giryeden rûy-ı çemende jâlenin. 
Hûn-ı hasretle dolar câm-ı safâsı lâlenin. 
Meh bile gayretle âğûşunda ağlar hâlenin! 
Gönlüme te’siri olmaz âteş-i seyyâlenin. 
Geldi ammâ n’eyleyim sensiz bahârın şevki yok! 

Rûha verdikçe peyâm-ı hasretin her bir sehâb.. 
Câna geldikçe temâşâ-yı ufuktan pîç ü tâb.. 
İhtizâz eyler çemen.. izhâr eder bin ızdırâb.. 
Hem tabîat münfail hicrinle.. hem gönlüm harâb… 
Geldi ammâ n’eyleyim, sensiz bahârın şevki yok!     

<