İŞİN İÇYÜZÜ BABI-ÂLİ TERKEDİLDİ AMA KİMYASI BOZULMADI..
Duygulu kalem sahibi gazeteci Engin Köklüçınar, bir zamanların Babı-âli’sinin özlenen
mekanlarını ve usta yazarlarını, ufuk turuna çıkararak nefis bir anlatımla sergilemiş..
Günümüzün yaşam sığınaklarından yola çıkarak ufkuna yerleştirdiği Babı-âli’nin
geçmişine farklı açıdan takılan Köklüçınar, belgesel bir arşiv titizliğiyle özlemlerinin peşine
takılmış.. Ünlü yazarlarla markalaşan bir medya mahallesinin uykuya dalmış sessizliğini
kaleminin ucunda adeta diriltmiş.. okurken duygularınızı düşüncelerinize taşıyorsunuz. Ve
çıkardığınız sonuç şu oluyor:
“Terkedilen Babı-âli..”
İnsan doğasında, ömründen kaybolan günlerin hayal kırıklığını tamir gücü vardır. Tarih
boyunca yazarlar, filozoflar, ünlendikleri mekanların dışında da, duygu dalgalanmalarını
aşarak geçmişleriyle barışık kalmışlardır. Kütüphanelerde, müzelerde onlardan birer portre
ve toplumla kaynaştığı bir ortak hafıza bulabilirsiniz.
Hiç şüphesiz Babı-âli bir mihenk taşıydı. Yazarların kalitesi ve çapını, “Bizim Yokuş”
denilen bu cadde oluştururdu. Burada mürekkep kokusuna bulaşmamış insana, “ehl-i kalem”
sahibi gözüyle bakılmazdı. Bu bakımdan Babı-âli “zor ve gerçek” üniversiteydi. Güçlü
kaleminden cevher damlayan Üstad yazarların günlük gıdası, “çay ve simitti” diyebiliriz.
Ömürleriyle birlikte kalemlerini tüketirken emeklilik garantileri yoktu. Pek çoğu, gazete
yönetimlerinin maaş bordlarının ne olduğunu bile bilmezdi, sadece tefrika veya telif tarzı
yazılarına karşı düşük bedeller alırlardı. O kadar ki, Babı-âli’nin keyifle andığı “kuru fasulyeci”
Fettah’ın dükkanının önünden geçerken, bu lezzetli yemeğin bir tabaklık ücretine malik bir
gazeteci zor bulunurdu…
Araştırma çalışmaları yapanlar; her günün sonunda eve gittiklerinde “sobaya” atacak
bir odun beklentisinde olan eski gazetecilerin aile yaşamından bahsederler.
Sonuçta Babı-âli yazarları, dünyanın güzel ve hayatın yaşanmaya değer olduğunu
okurlarına inançla anlatırlardı. Bu onlara duygusal rahatlama keyfi kazandırırdı.. Hep güzel
cümleler seçerlerdi. Daima birilerini daha iyi fikirlere itmek için dağları, tepeleri düzlüklere
oturturlardı.
Ömürlerinden akıp giden günleri, eserlerinin kahramanlarına mutluluk ödülü olarak
dağıtmışlardır. Yaşamlarını bir “oyun bahçesinde” okurlarıyla elele geçirirlerken maddi
kazançlara yönelmemişlerdi.
Gene bir gün, yeteneklerinin tükeneceğini, ellerinin titreyeceğini, kalem
tutamayacağını, gözlerinin kelimeleri seçemeyeceğini umursamadan yaşlılık koşullarının içine
düşmüşlerdir.
Meslekte ilerleme durmaz ama, bunun da bir sonucu vardır:
“YAŞLILIK..”
Zihninizi yarım asır öncesine taşıdığınızda, Babı-âli’yi ünlü kalemler yetiştiren bir fabrika
olarak kabul edersiniz. Basın dünyamızın şöhretli kişilerinin fotoğrafları, el yazıları, eserleri ve
biyografilerinin yer aldığı “Basın Müzesi” tarihimize ışık tutmaktadır. Yeri, Çemberlitaş’dadır.
Ancak, bu müzede yaşlılığın ve çileli bir emekliliğin “gizli sitemini” yansıtan yazarlar
kafilesinin, yıllar önceki genç yüzlerini hatırlıyoruz. Bu süreci yaşayanlara baktığımızda,
geleceklerini bir vakıf çatısı altında toplama fikrinin geç oluştuğunu görüyoruz.
Gazetecilere daha geniş sosyal yardım ve ek emeklilik ödeneği ile basın mesleğine her
türlü yeni hizmetler sunmak maksadıyla Türkiye Gazeteciler Cemiyeti tarafından 1973 yılında
2
kurulan, (GAZETECİLER SOSYAL DAYANIŞMA VAKFI) bütün organlarıyla çalışmalarını
sürdürmektedir.
Dünkü koşullarıyla “Babı-âli terkedildi ama, kimyası bozulmadı..”
Yapmamız gereken görmek, düşünmek ve yazmaktır.
Güneş çekildikten sonra yıldızların ortaya çıkacağını düşünürsek; toplumun haber alma
hakkına öncülük edecek onurlu kalemlerle, basın özgürlüğü her dönemde savunulacaktır.
Gazeteciler Sosyal Dayanışma Vakfı, bir şefkat ve yardım kurumu olarak Babı-âli’nin
öteki yüzünün ta kendisidir.
Emeklilik dönemlerinde, kendilerini yeniden keşfeden yaşlı gazetecilerle beraberlik
ruhu taşımaktadır. Yaşlı da olsalar, gazetecinin son kullanma tarihi olmaz..