İŞİN İÇYÜZÜ / BASIN, BASININ TUZAKÇISI DEĞİLDİR..
Türkiye’de büyük medya, birbirini yeme yarışı içindedir.
Eskiden bütün gazetelerin yaşadığı mekan olan Babı-ali’de bugün:
“Adı gitti, kendi kaldı yadigar” sözcüğüne uygun geçmişi anımsama duyguları yaşanıyor.
Bir Babı-âli efendisi ve duayeni olan yazar ve şair Turgut Fethi, “Cağaloğlu Ağlıyor..” isimli kitabında, bütün gazetelerin ana kucağı sayılan bu caddeyi adeta destanlaştırmış.. Okurken, yahut dinlerken gazetecilerin özlemle andığı bu caddenin küllerinden bir demet sunmuş..
Babı-âli, gazetecilerin kültür ve haber merkezi olduğu günlerde, basın dünyasına değerli gazeteciler yetiştirmiştir.
Gazeteciliğin dünü, bugünü, yarını araştırıldığında Babı-âli yokuşundan kopan gazetelerin “İkitelli” mekanında da halkın haber alma ilkelerine bağlı bir meslek amacı oluşturdukları görülecektir.
Basının yeni mekanına geçiş süresinde, bu algı topluma yansısa da zaman içinde, bazı sapmalar ortaya çıkmıştır. İdeolojik farklılıklar, siyasi tercihler okurların kişisel gözlemlerine göre, gazeteleri “taraf basın” haline düşürmüştür.
Babı-âli kültürüyle donatılmış vefalı meslek gurubunda yeri geldiğinde birbirlerine sarılarak en güç dayanışma örneğini göstermiş olan gazeteciler vardır. Bugün basının önemini tartışır hale gelmişlerdir.
Basın, özgürlüğün temel göstergesidir. Bilinen deyimiyle milletin müşterek sesidir. Medyamız, yeni mekanı İkitelli sürecinde, ayrı ayrı ses veren kurumlar olarak “sert polemiklerin” yaşandığı bir değişim kılıfına girmiştir.
Artık Babı-âli dostlukları hepten silinmiş, basın çalışanları gerçek rollerinin dışındaki sahnelere itilmişlerdir.
Aslında, basınımızdaki kavgaların ilk merkez alanı, Babı-âli olmuştur.
O günlere şahit olanlar, ortalığı köpürten sataşmalarda, gazeteler hedef gösterilmezdi. Günümüzdeki gibi, “Yandaş medya-Havuz Medyası..” yakıştırmaları olmazdı. Gazetelerin ünlü isimleri, sataşmalara sütunlarında “çanak” açarlardı. Gazetelerini okur önünde küçük düşürücü beyanlara yer vermezlerdi.
Genelde, makaleler savaşında, rakip yazarlar birbirlerini “kuş beyinli” yahut müfteri, (ihbarcı) olarak eleştirirlerdi. İşin güzel tarafı, kalemleriyle vuruşanlar arkalarında gönül kırıcı, kalp yaralayıcı acı sözler bırakmazlardı.
Kişisel tartışmalar, ithamlar sürerken akşamları, ünlü yazarların toplandığı tarihi restoranlarda, Babı-âli ilişkilerine dair dostluklar korunurdu.
Basın tarihimiz, günümüzdeki böyle bir travmayı onurlu geleceğine taşımaz.
Gazeteler basın ilkelerinin dışına düşmeden kendi “tercihlerine” göre politikalar üretebilirler.
Bir gazetenin okurlarına karşı “delil ve belge kanıtı” olmadığı gevelediği sözlerin sanığı durumuna düşmesinin lekesini çıkaracak henüz bir temizlik maddesi bulunmuş değildir.
Okurlara sundukları gazeteler; kundaklama, yalan, dolan, tehdit, iftira, palavra ve yaygara aracı haline getirenler, kendilerine bir “tasfiye” çadırı hazırladıklarının bilincinde olmalıdırlar.
Bu medya hepimizindir. Türkiye’nindir. Şanlı geçmişi olan milletimizindir.
Herkesin çeşmesi ayrı olsa bile, içilecek su aynıdır.
Basın, basının tuzakçısı değildir.
“Otu çek, köküne bak.” derler. Gazetelerin mutfağından emeklilik köşesine çekilen meslektaşlarımızın sayısı hızla artmaktadır. Mesleklerindeki aktif hizmetlerinden emekliliğe geçişlerde, ne hazin ki, “unutulmuşluk” gazetecilerin kaderi oluyor. Onca yıl haber uğruna verilen mücadeleler, gazetelerin başlıklarında estirilen “başarı” rüzgarları zamanla diniyor.
Herhangi bir gazetenin ufak bir köşesini açıp, gel birikimlerinden toplumu aydınlat düşüncesi, acaba kaç emekli gazeteciye nasip oluyor dersiniz..
Kör çatışmaların batağında, emekli gazetecilerin geçmişleri düşünülerek, birilerine “çamur atma”, “sürtüşmeleri medyanın “asli görevi” olmamalıdır.