İŞİN İÇYÜZÜ / Bu, 'kuru kalabalık' ne yapar?..
Yeniler hatırlamaz. Eskiden İstanbul’un sevimli bir valisi vardı. Halk arasında vali için şöyle bir tekerleme yaygındı:
Mini mini Valimiz.. N’olacak halimiz?
Hatırlayacak olanlar mini mini Valinin Fahrettin Kerim Gökay olduğunu derhal bileceklerdir. Vali ufak tefekti ama ünvanı çok büyüktü. İsminin önündeki ünvanlar Vali Beyin boyundan daha uzundu.
-Ord. Prof. Dr. Fahrettin Kerim Gökay’ın devam eden unvan listesinde “İstanbul Vali ve Belediye Başkanı” olduğu yazardı. O dönemlerde Belediye Yönetimi de Valilik göreviyle birlikte yürütülüyordu. Vali bey, tıknaz boyuna ve kalıplı yapısına sığmayacak kadar hareket dolu, acar, espri yüklü bir kişiliğe sahipti.
Ünlü adı gibi ünlü hizmetlerinden birini anlatmak isterim:
Mini mini Valinin gece yarısı sarhoşlarına karşı hiç müsamaası yoktu. Şehir huzurlu olmalı diye düşünüyordu. Bu nedenle geceleri alkolü fazla kaçırıp caddelerde haykıran, huzursuzluk veren sarhoşları toplatıp, şehrin uzak bölgelerine terk ettiriyordu. Daha sonra ayılan sarhoşlar, o zaman, kenar semtlere ulaşım bağlantısı olmadığı için yürüyerek evlerine dönerlerdi. Yol yorgunluğundan tabanları şişen, çatlayan bu garibanlar, bir daha içkili sokağa çıkmaya tövbe ederlerdi. Mini mini valinin bu namı unutulacak gibi değildir.
Tabii, İstanbul yarım asırdan beri sık kabuk değiştirdi.. Şehir büyüdü, dev bir metropol haline dönüştü. Dünyadaki sıralamaya göre, nüfusu kalabalık üçüncü büyük kent.. Eski romantik mimarisi bile tarz değiştirdi. Estetik bir şehir olmaktan çıktı. Zamanla gökdelenler boy gösterdi. Ulaşım araçlarıyla dolu kentte adım atacak yer kalmadı. Açıkçası şehir şehir olmaktan çıktı. Vatandaşlar trafik işkencesine boyun eğer durumda kaldı.
İstanbul’un, mini mini Valisi döneminde, beşikte ninniyle geçen o çocuksu, masum günleri, şimdilerde trafik yoğunluğu ile işkence kente büründü. Buna bir de, nüfusun getirdiği kuru kalabalığı eklerseniz.
“Evlere şenlik..” bir yaşamın içinde bulunduğunuzu görürsünüz. Ne diyelim, başa gelen çekilir. Eski Vali, Fahrettin Kerim Gökay’ın kente nizam, intizam veren usulleri tarihin külleri içinde kaldı. Şimdi, demokrasilerde, kent hizmetlerine halkın katılım gücünün bir özgürlük alanı vardır.
İnsanları eylemlerinde, haklı haksız yargılara varıp, bilincinin kapasitesini ölçemezsiniz. Sadece gördüklerinizden ne algılıyorsanız, eleştirilerinizi o noktada toplarsınız.
Kentlerin asli görüntüsüne bakalım..
İstanbul’un kent sisteminde bir gariplik var.. Sabahları, iş saatlerinin dışında, şehrin ulaşım hatlarında, taşıma araçlarında, tıklım tıklım dolu yolcu kalabalığı görülür. Bütün gün duraklar yolcu yoğunluğu yaşar. Artar, eksilmez..
Şaşırmaz mısınız?
“Sabahtan akşama kadar ulaşım araçlarını hınca hınç dolduran bu kent insanları nereye gider, ne yaparlar?
Avrupa ülkelerine bakınız. İş yaşamına başlama saatlerinin dışında caddeler sakin, toplu taşıma araçları tenhadır. Kentler sosyal-psikolojik yapısıyla önem kazanırlar.
İstanbul’da ulaşım araçlarında, “anlamsız, maksatsız” yolculuk eden bu insanların “kuru kalabalığı”ndan bir gariplik hissetmiyor musunuz?
Hiçbir iş yapmayan insan topluluğunun görüntüsüne “kuru kalabalık” denir.
“Acaba, İstanbul, kuru kalabalığıyla övünen bir kent merkezi mi oldu?”
İşte, sizlere kuru kalabalıklı bir kent.. Bu bulmacanın çözümüne ulaşabilecek parlak zekalı birisi çıkarsa, ne mutlu bizlere..
“Güneşe bakarsanız gölgeleri göremezsiniz..”
ANLAMIŞ
Aşağıdaki satırlar bir mezar taşındaki yazıdan alınmıştır:
“Size hastayım diyordum da inanmıyordunuz..”