İŞİN İÇYÜZÜ / EYLÜL'LER, TAM TERSİ AYLAR MIDIR?
Bir gazeteci olarak o günlerin canlı tanığıyım. Önce duygularım kabardı. Kısa bir şaşkınlık anı, beni olduğum yerde çiviledi. Birden tüylerim ürperdi, içim titredi. Korkunç görüntüler peş peşe sıralandı.
Çığlıklar!. Haykırışlar!. Caddeye sığmayan taşkın bir kalabalık!. İnsanlar birbirlerinin üzerinden atlarcasına dükkanlara, vitrinlere saldırıyorlar!. Gözü dönmüş bir kalabalık.. Hoyratça, azgınca kırıp döküyor..
Fakat o ne? Bu azgın kalabalık neyin peşinde?
Tam 60 yıl önceydi.
Eylül aynının altıncı günü.
Vakit ikindi..
Taksim anıtının önünde, İstanbul Emniyet Müdürü Alaaddin Eriş, Emniyet Genel Müdürü Ethem Yetkiner, İstanbul Valisi Fahrettin Kerim Gökay.. Bir de ben.. Tan gazetesinin polis-adliye muhabiri olarak, önemli bir günün tepki yürüyüşüne katılan Gençlik kuruluşlarını bekliyoruz.
İstiklal Caddesinin Taksim alanına açılan yönünden önce gruplar ortaya çıktı.
Milli duygularla bir şahlanışın ilk perdesi böyleydi.
Dönemin Emniyet Müdürü Alaaddin Eriş, Vali Gökay’a:
“Ne asıl bir nümayiş!. Derken, birden Gençliğin ön cephesi, dağılıp, çözülmeye ve paniğe dönüştü. Kıran, döken, parçalayan insanlar, gençliğin arasına karışmıştı.
“Vurun, parçalayın kırın!..”
Sesleri, 6-7 Eylül olaylarının acı kaderini çiziyordu.
Yanımdaki Emniyet Müdürü, Emniyet Genel Müdürü ve Vali Gökay, makam araçlarına doğru hamle yaparak uzaklaştılar. Etrafına bakındım, savaş alanının ilk belirtileri giderek yoğunlaşıyor.
Sıraselviler istikametinden bağrışmalar duyuluyor. Dükkanlar, evler üzerinden dumanlar, alevler kısmen görünüyordu. İstiklal Caddesinde yağmacılık, talan hareketlerini bastıramayacak bir güvenlik zafiyeti yaşanıyor.
Olayların akışını tesbit mümkün değildi.
Gözü dönmüş, şuurunu yitirmiş insanlar, 6-7 Eylül’e damgasını vuruyordu.
Olayın patlak vermesine bir ajans haberi ve gün ortası yayınlanan Ekspres gazetesinin manşeti neden olmuştu.
Selanik’te Ata’nın doğduğu eve bomba atıldığı duyulur duyulmaz, Gençlik kuruluşları olayı kınamak üzere Milli bir tepki yürüyüşü düzenlemişlerdi. Sonuç korkunçtu.
Koca İstanbul, karanlık ellerin yıkımına uğramıştı. Devletin eli-kolu bağlı kalmış; halk sormuştu:
“Devlet uykuda mı?”
Asayiş kuvvetlerinin hakim olmadığı yağma anlarında, Galatasaray önlerinde bir yiğit yönetici, haykırarak elindeki silahla azgın talancıları engellemeye çalışırken görülüyordu. Bu cesur şahıs Beyoğlu Kaymakamı Hayrettin Nakipoğlu idi. Daha sonra İstanbul Emniyet Müdürü olacak, ileriki dönemlerde Emniyet Genel Müdürlüğü de yapacaktı.
Gelelim olayın öbür cephesine.. Taksim, Beyoğlu-Karaköy çevresi geçilecek, aşılacak durum değildi. Caddeler, sokaklar dağıtılmış parçalanmış eşyalarla doluydu.
Gazetem Sirkeci’de olduğu için talancı kalabalığı aşıp, Galata Köprüsüne ulaşamıyordum. O yıllarda Tan Gazetesi, daha önceki tahrip ve baskın olayından sonra gene Halil Lütfi Dördüncü’nün sahipliğinde ikinci defa yayınlıyordu.
Gazeteme ulaşamayınca, Dolmabahçe sırtlarından dolaşıp Beşiktaş’ta yayınlanan Tercüman gazetesine gitmek fikri aklıma geldi. Parçalanmamış bir telefon kulübesinden polis muhabiri Kemal Savcı arkadaşımla görüştüm. Taksim’deki olaylara tanık olduğumu duyunca hemen yanına gelmemi, oradan haberleri birlikte derlememizi önerdi. Sabaha kadar orada kaldım. Tercüman’ın Cihat Baban’ın yönetiminde ilk yayın yılları o tarihlere rastlıyordu. Hemen hatırlatayım: Tercüman’a, meslekteki üstünlüğüm nedeniyle bir süre sonra Polis-Adliye muhabiri olarak transfer olmuştum.
Milli duygularla tepki verilirken vahim bir olay yaşanmıştı. Gençliğin asil heyecanlarını perdeleyen bu gizli eller kimlerdi? Devlet olayların içine çekilmek istendi. Fakat, herhangi bir ipucu bulunamadı.
Toplumun demokratik tepki verme alanlarına kundak sokan unsurların nesli, hiçbir dönem tükenmedi. Devam etti, ediyor.. Toplum, sloganlarla coşturulduğu vakit hep aynı olaylar yaşanıyor. Uyanık bir toplum olmadığımız, zaman zaman algılama hatalarına düşüp, paranoya düşüncelere kapıldığımız gerçeği ortaya çıkıyor. Ve işte o vakit, kendimize, “Kanaat Önderleri” arayışıyla şartlanıyoruz. Acil önlemlerle “Türkiye’nin aklını başına toplamasını” sağlamaya çalışıyorsak “Kalıcı Değişim” başlatamıyoruz.
GELELİM ÜÇÜNCÜ PERDEYE..
Bilinen adıyla 6-7 olaylarının korkunç tırmanışını kimlerin körüklediği bir sır perdesine büründükçe, aslı-astarı olmayan hikayeler, halkın ağzından eksik olmuyordu. Böyle bir ortamda, gergin düşünceleri mizahla yatıştırmak amacıyla:
“Kör Şeytan Gazetesi” yayın hayatına girdi. Rahmetli gazeteci Basri Balcı’nın editörlüğünde, benim de Yazı İşleri Müdürü bulunduğum bu gazete, daha ilk sayısı dağıtılır dağıtılmaz, o günlerin sıkı yönetim komutanı Namık Argüç tarafından toplattırıldı. Komutanın karşısına çıkarıldık. Komutan bağırdı:
- Toplum düzeni şakayla kurcalanır mı?
Sustuk, azarlandık.. Gerçekte “Şaka gibi şeyler” hergün toplumun gözü önünde yaşanıyor. Her olayı önce hafife alıp, şaka zannedip, birden acı olayların içine düşüp kavrulmuyor muyuz?
“Kör Şeytan” gazetesinin yayın hikayesi de böyle başlayıp, böyle bitmişti..