İŞİN İÇYÜZÜ İKİ YÜZLÜ AŞK OLUR MU?
Günlük yaşamın dayanılmaz sancılarını çeken bir toplum olduk.
Günlük konuşmalarımızın önemli bölümünü,
“Neden biz böyleyiz?”, arayışı içerisinde geçiriyoruz. Şayet söz konusu insan
ilişkileri ise, bu kafa karışıklığının önünü açmak gerekir. Bunun için toplumun yargı
değerlerinin arızalı bölümleri hemen, incelenmeye alınmalıdır. Kafanızı kaldırıp
ilişkilerinizin türünü araştırınız. Aşk, sağlık, aile içi çatışmalar, ihanet, kötülük, ekonomik
nedenler, sinirsel etkiler, işsizlik, özgürlükler, demokratik özlemler gibi pek çok
gerginliklerin yaşamı çirkinleştirdiğini görürsünüz. Tabii ki, gerginlik ortamında huzur
barınamaz. Kişiler ilişkilerinde “rotu çıkmış” bir aracı benzerler. Bu durumda aracı
yürütebileceğinize inanıyorsanız böyle bir iyimserlikle, hayatı kendi seyrine bırakınız.
Başınızı boynunuzun içine çekiniz. Mevcut sıkıntılarınız ve gerginlikleriniz neyse, onunla,
yaşamayı devam ediniz..
Aslında dertler, iki kapılı bir hanın, giriş ve çıkış kapıları arasındaki mesafede
çöreklenirse ne yapardınız? Uygunsuz insanlarla yaşamanın uyumlu yolunu bulmayı
düşünürdünüz. O halde, yazımızın başına aldığımız,
“Neden biz böyleyiz?” sorgulamasını, çevresine yayan saf bir vatandaş olmaktan
kaçınınız ve kendinizi frenleyiniz.. Toplumda huzurlu ve huzursuz yaşayanlar arasında
yeterli bir ölçü henüz bulunamamıştır. Çünkü, herkes göründüğünün tersine, bir tavıra
bürünmektedir. Bu yüzden “iki yüzlü”ler arasında farklı bir kişilik yaşanamayacağına
önce, kendinizi inandırınız. Sadece “sevgiyi” tarif etmekle kalınız. Katıksız bir sevgiyle
dolu iseniz, toplumun sancılarını giderecek “mucize” bir insan bulunmuş olacaktır.
Yeni doğmuş bir bebeğin ıslanan altı nasıl değiştirilir, yahut bebeğin ağlaması nasıl
dindirilir gibi, iki yüzlü insan kafalarının da, hücrelerine kadar girip bakım yapılmalıdır.
Burada söylemek istediğimiz şey, neden ikiyüzlü olmak gibi, ahlaki bir çöküntünün
içinde kendimizi tutsak ediyoruz. Bu millet bir “habis”ur gibi kaldıkça daha çok vahşileşir,
huysuzlaşırız..
Birileri sizinle açıkça, “iki yüzlü” ilişkilerle, geleceğinize “ipotek” koyuyorsa, hayat
yolunuzun direksiyonunu ona kaptırmayın..
Her gün bize uymayan ve ters düşen şeylerle etrafınız çevreleniyor, kuşatılıyor.
Örnek isterseniz, şerbet lafı geçtiğinde, kelimedeki iki hecenin farklı anlamlarını
hatırlatalım..
ŞERBETLİ BİR FIKRA..
Meşrutiyet döneminden önce İstanbul’da, Giyasettin isminde taassubu bol bir
hoca yaşarmış. Oruç yiyen, çorapsız gezen karılarını boşarmış.
Yiyeceklerde haram saydığı hiçbir lokmayı ağzından geçirmezmiş. Hatta
namahremdir diye, kimsenin elini sıkmaz, alkollü saydığı için kolonya sürmezmiş..
Bu tür batıl görüşleriyle ünlü hoca, bir gün dönemin ünlü, soylu ailelerinden birinin
konağına davet edilir. Ev sahibi, değer verdiği hoca efendiye kristal bardak içinde şerbet
ikram eder. Giyasettin Efendi, bu ikramı kabul etmez:
“Mazur görün!. Şerbet içmem, der.” Ev sahibi şerbetinin kalitesini bildiği için
şaşkınlıkla: “Aman, efendim. Size özel hazırlattım. Şifa yerine geçer..” diye ısrar edince,
hoca Giyasettin kaşlarını çatarak, şöyle konuşur:
“İçmem.. Kesinlikle içmem.. Bilmez misiniz? Şerbettin evveli (ŞER), sonrası
(BET)tir..” Yani çirkinliktir.
UNUTULMAYAN SÖZLER: “Ancak kendi kendini yönetebilen akıllı insanlar hürdür..”
(Horace)
UNUTULACAK SÖZLER: “İki yüzlü aşk, yeşereceği tek iklimde barınamaz.” (STG)