İŞİN İÇYÜZÜ / MEDYA, KENDİ MAYIN ALANINI TEMİZLEMELİ…
Dünyanın ünlü ressamları, görünen dünyayı olduğu gibi resmetmek yerine kendi izlenimlerine önem verirler. Ressamları ortak hareket etmeye yönlendiren etkenlerin arasında ışık değişimleri ve renk ustalığı geçerlidir. Resimlerini sağlam bir biçimsel temele dayandırmak çabası, “izlenimcilik akımı”nı ortaya çıkarmıştır.
Demek ki, ressamların birbirlerinden farklı eğilimleri olsa bile, izlenimcilik ruhu tablolarında, resmin kendi geçerliğine giden yolda aynıdır.
Dünyada renk ve ışık hareketliliği üzerine kurulu resimlerin öyküsü böyle..
Sosyal ve politik çevre sanatı etkilemez.
İşlevsel amaçları içinde yazılı ve görsel medyamızın son durumu bir “renk körlülüğü’nü andırıyor. Basın ilkelerinden uzaklaşılan bir süreç yaşanıyor. Okurlarını denetim altında tutan farklı bir basın anlayışı sürdürülmeye çalışılıyor.
Medyanın bir kanadında, tabak, çanak kırmaya dayalı, bir “Taverna çılgınlığı” estiriliyor. Halkın haber alma özgürlüğü köreltiliyor. Habercilikte, agrasif gazeteciliğe soyunmuş insanlar “öteki” düşüncelerin aracı olarak kullanılıyor. Gerçek gazeteciler, kendi kendilerini ifade edemez hale gelmiştir.
Profesyonel gazeteciliğin alternatifinde görünün köy böyle..
Gerçek olaylar, gerçek olmayan sahte olaylarla değiş tokuş edilirse, kuralsızlıklar öncelikli hedefler yerine geçer.
Sonuçta medyamızın geldiği nokta bu..
Basın etiğiyle ilgili kararlar, maddeler, hükümler nerede?
Yargılamalarda bile bu hükümler, hakimlerin ilgili alanları içinde değil.
Hakimler kararını verirken medyanın içine düştüğü kör düğümü açmaya yardımcı olmuyor.
Basın Hak ve Özgürlük Bildirgesi’nden ne haber?
Halk efsanesine mal olmuş yiğit Köroğlu’nun türküsünde geçen;
“Tüfek icad oldu mertlik bozuldu” sözünü anımsarsak içimizdeki boşluğu görürüz.
Medyamızın gücünün ölçüsü, “Basın İlkeleri”, kuramsızlığa itildiği için zayıflamıştır.
Basınımızın geleneksel öğütlerle yöneltildiği dönemleri hatırlayalım. O günlerin derinliğine inelim. Medyanın önderleri, ustaları, bir cetvel kadar keskin, bir pergel kadar hassas ölçülü tavırlar içindeydi.
Gazetecilere, devamlı şunu öğütlerlerdi:
“ Gazeteci haberin kaynağına ulaşmak için kapıdan giremezse, mutlaka bacadan girmeli, eli boş dönmemelidir.”
Resmi makamlardan biriyle, sevil teşkilat başkanlarıyla, iş adamlarıyla baş başa yemek yememelidir. Toplu davetler, basın toplantıları hariç, çıkar amaçlı algılar uyandıracak ilişkiler mesleğe zarar verir.
Gazeteciliğin ahlaki değerlerinin kanıtı, buna yaslandırılırdı.
Sonuç olarak, gazetesinden kovulacağını bildiği için hiç kimse, bu kuramların dışına taşmadı.
Gelelim bugünlere. Şimdilerde, dış ülkelere gezi ödülleri dağıtılıyor, tatil yörelerinde dinlenme olanakları sağlanıyor. İş adamları, istedikleri gazetelere yönlendirici haberler uçurabiliyorlar.. Siyaset çevreleri, karşı planlarını uygulayacağı vakit başka ağızları konuşturabiliyorlar..
Toplum, gazeteciliğinin ağırlığını tartışırken cevabını bulmakta şaşırıyor.
Medyamız başarılı bir “Varoluş” mücadelesi verebilecek mi?
Öteki düşünceliler, toplum asalakları safına ne zaman çekilebilecekler?
Basınımız kendi dinamikleriyle mayınlı alanını temizleyebilecek mi?
Bir kalemi terör savaşçılarının eline verirseniz bıçak gibi kullanır, kelle götürür. Cambazlar, her gösteriden önce oyunbazları sahneye çıkarırlar.
Kalemler, elimizde ülkemizin onurunu ve milletimizin refahını koruyan birer kılıçtır.
ASLINA UYGUN…
Meslekte yeni bir gazeteci, arkadaşına şöyle yakınıyordu:
- Kalemin kılıçtan daha üstün olduğunu söyleyenler, keşke makası da azıcık övseydi. Çünkü, Yazı işleri Müdürünün Makası, kalemden de, kılıçtan da daha güçlü..”