İŞİN İÇYÜZÜ / MUHALEFETİN TEK ARIZASI 'KİBİR'DİR..
Politikayı iyi bilmekle iyi politikacı olunmuyor. Batılı ülkelerde politikacılığın mektebi, akademisi vardır. Nasıl ki, nota kültürü, solfej eğitimi alınmadan, usulüne uygun şarkı söylenemiyorsa, politikacılığın da kuralcılığı göz ardı edilemez.
Turgut Özal’ın Maliye Bakanlarından Ahmet Kurtçebe Alptemuçin’e siyasetten koptuğu günlerden bir gün karşılaşınca kendisine sordum: Siyasetle ilgili kültürel altyapınız dolu. Moskova’da iyi bir eğitim aldınız. Özal döneminin en bilinçli politikalarını ve mali düzenlemelerini, gene en iyi uygulayan bir Maliye Bakanıydınız.. Neden bu birikimlerinizi başka alanlarda toplum çıkarına kullanmıyorsunuz?
Serzenişimi algılayan, zekice bir gülümsemeyle cevabı şöyle oldu:
“Ülkemizde politikacı yetişmiyor… Bunun sıkıntılarını devamlı çekiyoruz. Hükümetler kuruluyor.. Siyasetin yapısı değiştikçe Bakanlar Kurulunun bilgi ve becerileri; politikanın kıstaslarına uydurulamıyor. Oysa politika ince bir san’attır. Bunun değerlendirmenin, basit yöntemlerinin, uygulandığına dair en ufak bir ipucu gösteremezsiniz..”
Eski Maliye Bakanı Kurtçebe ile bu konudaki sohbetimizin bir yerinde, kendisinin Türkiye’de bir “POLİTİKACI OKULU” kurmak için teşebbüs halinde olduğunu öğrendim. Ancak, bu yararlı teşebbüsünü geliştirip geliştirmediğini daha sonraki yıllarda duymadım.
O günlerde, kulağımda yer eden bu sözlerini son seçimlerden sonra tartıya vurmanın gerekliliğine inandım. Ehven bir politikacı tipini ölçüden geçirmeyi görev edindim.
Yıllar ömrümüzden çok şeyler alıp götürüyor. Devleti yönetmeye talip olan iktidarlar, halkın desteğini kaybettikçe silinip gidiyorlar. Acaba, kaliteli politikacı yetiştirmesini bilmeyen bir seçmen yapısına mı sahibiz? İktidarda uzun süre kalmayı beceren siyasi örgütler, kendilerine bağlı kalanları nasıl etkileyebiliyorlar?
Tesbit ettik ki, çok basit insani ilişkilerle geniş bir taraftar bulabiliyorlar. Onlar şu yolu takip ediyorlar. Ve, kendilerine şunu inandırmış bulunuyorlar:
“Güneşten haberi olmayan buz durumuna düşmeyelim.”
Siyasetin merdivenlerini çıkarken kendisini bir şey zannederek “Kibirli” tavırlar içine girenler, seçmenle aralarında bir seviye farkı yaratıyorlar. Kibirle böbürlenme duygusuna kapıldıkça, gururundan başka bir serveti bulunmayan yoksul bir insana “azap” verirsin. Halk alçak gönüllüyü sever. Kibirli, aşırı sinirlenince kalp kırabilir.
Kibrin en kötüsü, kendini başkalarından üstün görmektir. Kendisi için sevdiğini başkası için sevemez.
Hadis-i Şerif buyuruyor ki:
“Kibir Hak”ka razı olmamak ve insanları küçük görmektir.”
Hemen sözün burasında aklıma gelen bir olayı aktarayım: Turgut Sunalp Paşa’nın 12. Eylül döneminden sonra, siyasi bir partinin kuruluşunu sağladığı ve liderliğini yaptığını hatırlarsınız.
Seçimlere yakın günlerde halka şirin görünmek için çarşı, pazar yerlerini dolaşırken vatandaşa ağzından Amerikan purosu’yla yaklaşması yadırganmıştı. İşte, bu da, bir “kibirli” olma haliydi.
Şimdi, şu muhalefetteki partilerin durumuna bakalım. Kemikleşmiş bir oy oranının üstüne çıkamıyorlar.. Her seçimde, halkın deyimiyle “Boyunlarının ölçüsünü” alıyorlar.
Nedeni şu: Halk alçak gönüllüyü sever. Uzaktan selam dağıtmakla gönül kapısından, içine sızılamaz. Politika san”atçısı olmak bunun için elzemdir. Odalarını ofislerini, onur madalyaları, muhteşem diplomalarla doldurup, kibir duygusuna kapılanlar artık, “Burunlarının ucunu görmeli ve hesaplamalıdırlar.”
Bence, muhalefeti tökezletenler, “Kibir Ekolü”nden gelen politikacılardır.