İŞİN İÇYÜZÜ / NAZARLIK GEREKÇESİ MAVİ BONCUK KİMDE ?
Evren dahil, yaşadığımız dünya sürekli bir değişim içineyken, alternatif gerçeklik düzeni ortaya çıkmıştı. Yani bir başka yol, seçenek.. Demirbaş kuralcılığın yerini aykırı gerçekçilik almıştır.
Asırların egemen algılama değerleri, Atasözleri gerçeğinden sıyrılarak alternatif engellere takılmıştır. Toplumda alternatif düşünce ve anlayışlar yer buldukça atasözlerinin simgesel değerleri de çürüme sürecine itilmiştir.
“Nasıl mı?”
Buna bir açıklık getirelim. İşte, Atasözlerinden miras kalmış bir deyim:
“ Erken kalkmayan AVRAT
Söz dinlemeyen EVLAT
Mahmuzla gitmeyen AT
Kapında varsa kaldır at..”
Günümüzde bu tavırların içine girip, toplumu kapılandırmak mümkün mü?
Çağın görünümleri, alternatif hareketlerin merkezine çekilmek istenirken aykırı gerçekçilik ortaya çıkmaktadır.
Suskunluk, endişe ve korku.. Yahut sindirme yöntemleri..
Kimse artık, erken kalkmayan avradına ses çıkaramıyor. Kendi başına buyruk evladına söz geçiremiyor. Atlara olan ihtiyaçlar azaldığı için mahmuzlanacak hayvan bulunamıyor.
Kurallara bağlılık eskidikçe eskitiliyor. Anayasa metinlerinin dışında kuralcılık arayışlarına da alternatif kılıflar giydirilebiliyor. Birlik ve beraberliği bozacak “şartlı refleksler” yansıtılıyor. Bu tür şekillendirmeler üzerinde “sevginin” kaynağı kurutuluyor.
Dünyanın hayranlık duyduğu Mevlana, yaşamı boyunca bir “insanlık sevgisi” ortaya koymuştur. Mevlana’nın bu düşüncesi bir evrensel boyuta ulaşmıştır.
Unutmayalım: Saygı, ancak, özgürlüğün bulunduğu yerde vardır. Sevgiyi yaşatan şey içtenlik duygusudur. İnsanın özünde yatan budur. Sevgisizlik, ruhsal çöküntüyü hazırlar. Bütün benliği sertleşir, taşlaşır. Ağzından çıkan kelimeler bile taş kesilir.. Kırıcı ve vurucu olur.. Buna emsal şöyle bir fıkra anlatılır:
Erzurum’lu vatandaşın biri, “Bizim memlekette soğuklar çok şiddetli geçer. Kışın damdan dama konan bir kuş buz kesilir.” Diyince, karşısındaki İranlı şu cevabı verir: “O’ da bir şey mi ki, kışın bizim ülkemizde iki kişi sokakta konuşsa kelimeler taşkesilir, karşısında kim varsa suratına küt küt vurur..”
Birbirlerine çok kızan ve kavga ortamına sürüklenenlerin kişilik kırılmalarını yaşıyoruz. Yukarıda anlattığımız fıkrada geçen “taş gibi kelimeleri” toplumun bağrına döküyoruz. Siyasiler, iktidarlar toplumu “taçlandırmak” iddiası peşinde arkalarında neleri kırıp döktüklerini görebiliyorlar mı?
Ayrışım fikirlerinin esiri olanların duygusuzluk seli kabarmış akıyor..
Sevgisiz kalmış insanların buluştukları “Evlendirme” programlarına bakınız.
Nasıl bir yaşam içinde bulunduğumuz gerçeği oralarda apaçık görülüyor. Ömrünün son demini yaşayan kırık kalpli bir kadın, talibi olan eş adayından refah bekliyor. Televizyon ekranlarına yansıyan aykırı alternatif seçenekleri genelde hep şöyle:
“Gezmeyi, tozmayı; yaşamının bundan sonraki dönemini seyahatlarla geçirmeyi arzu ediyorum. Beni taşıyabilecek misiniz? Diyerek, kriterlerini açıklıyor.. Yürürken tutunacak bir yere ihtiyaç hissettiren aday erkek, daha o anda buzluğa girmiş gibi oluyor..
İnsanlar anormal istekleriyle, yeni bir değişime, bu kadar mantısız girebiliyorlar mı?” düşüncesi, aklımıza yerleşiyor.. Talipler gelip gidiyor.. Çoğu birbirlerinden elektrik alamadıklarını söyleyerek öncelikle, kadınların gururunu rencide edici beyanlarda bulunuyorlar. Çoğu sezon sonuna kadar aynı insanlar.. Bunlar konu mankenleri mi diye, aykırı düşüncelere gene giriyorsunuz.. Aklınızı zorluyorsunuz. Sevgisizlikten tükenmiş insanların yeniden “gönül bağı” ve yuva kurma arayışlarında dozu tayin etmekte güçlük çektiklerini fark ediyorsunuz.
Geçmişlerindeki kusurları biriktire biriktire sevecen kişiliklerinin “kuş kafesinden” uçtuğunu fark edemeyen bezgin ruhlara “amin diyecek” duruma düşmeyelim.
Aykırı düşüncelerin gözündeki perdeyi kaldırmak için zaman kaybına kapılmayalım. Kendilerini sağlam bilen hastalarımızın sayıları artmaktadır. Şartlanmış hastalar kendilerini sağlam gördükçe tedavilerinin imkansız olacağı bilinmelidir.