İŞİN İÇYÜZÜ / ŞARLATANLARIN 'ŞEYTAN ODASI'
Her bulut kümesi siyahlaştığında, katran renginde dönüştüğünde bilin ki, arkasından şiddetli bir kasırga patlayacaktır. Şiddetli yağmurlar her zaman sele dönüşmeyebilirler. Sinsice yağan yağmurlar, güneşle bulut arasında ışık hüzmelerine bürünerek aldatıcı bir masumiyet içinde birden azgınlaşabiliyor. Doğayı altüst eden korkunç fırtınalar, baskın seller, durulduktan sonra arkasında acımasız bir yaşam bırakırlar..
Türkiye bu benzerlik içinde 15 Temmuz kasırgasını, milletin direniş azmiyle, milli şuur sayesinde az tahribatla atlayabildi..
Devletin işleyen mekanizmaları yaşanan travmatik arizalardan ayıklanarak iç ve dış çatışmaların kaynağına inildi.
Türkiye yaşam şablonunun ötesinde “ortak akıl” sayesinde erişerek milli birliğin meşalesini tutuşturdu.
Dünya; vatan, millet, bayrak, birlik beraberlik, demokrasi ve özgürlük genlerimizin haritasını bir kez daha idrak etti.
Yani, takke düştü, kel göründü,
Milletlerin ulusal karakterini yansıtan ünlü devlet adamları, tarih sahnesinden geçmiştir. Her biri, kendi çapında parlak zekalarıyla milletlerinin siyasal, ekonomik ve kültürel sorunlarını çözmüşlerdir. Beyni doğru kullanma ve akılcı politikalar üretme konusunda derin görüşe sahip devlet adamları, hangi fikri uzanacaklarını iyi hesap ederler. Bir lider, “şeytanın odasında” hangi fikirlerin dolaştığını önceden hesap edebilirse başarılı sonuçlar alabilir.
Bu yeteneğe sahip liderlerin en büyük sırrı, kişiliklerini düşmana göre ayarlamalarındaki ustalıklarıdır.
Cumhuriyet kuşağı olarak buna, büyük kurtarıcı Mustafa Kemal Atatürk’ü gösterebiliriz. Milletimizin efsane zaferi sayılan 30 Ağustos’ta, Başkomutan “ordular ilk hedefiniz Akdenizdir. İleri..” komutunu verdikten sonra, İstanbul’daki işgal kuvvetlerinin üzerine de ordunun sembolik bir gücünü göndermiştir. Askerlerimiz, süngülü tüfekleriyle İngiliz birliklerinin hatlarına doğru yürürken, işgalciler bunu bir savaş tehditi zannederek, İzmir’deki Atatürk’e ulaşmak isterler. Telgrafla ısrarlı arayışlarına Atatürk sessiz kalır. Bu defa, İstanbul’daki işgalci komutanlık, İngiltere’yi, üst makamları arayarak Türk Birliklerinin kendi askerleri karşısında saf tuttuklarını ve bunları püskürtmek için emir beklediklerini duyurur.
İki gün sonra Mustafa Kemal’le ancak irtibat kurabilen İngiltere hükümeti, şu telgrafı gönderir:
“ Türkiye Hükümeti, İngiltere ile savaş halinde midir?”
İşte, bu nota, Mustafa Kemal dahiyane bir diplomasi hüneri göstererek cevabını telgrafa şu kaydı düşürür:
“Majestelerinin Hükümetiyle savaş halinde değiliz.. Amma, barış halinde de değiliz..”
Bu ustaca verilmiş cevaba İngiliz hariciyesi dengeli bir politika üretemediği için İstanbul’da işgal askerlerinin saflarına doğru yürüyüşe geçen birliklerimize karşı koymakta çekimser kalmış., direnç göstermemişlerdir. Bu olaydan sonra da, İstanbul’dan işgal güçlerinin çekilmesi koşulları karara bağlanmıştır.
Atalarımızın dediği gibi, “Akıllı bir adam arkasından, bir kadını ise yüzüne karşı methedin.”
Yeri gelmişken kurnazlıkla ilgili bir fıkra aktaralım:
Tiyatroda aktör, rejisöre içini döküyordu:
“Birinci perdede şampanya yerine gazoz veriyorlar. Oysa sahicisini verseler rolümü daha iyi yaparım.”
Aktörün bu sözüne gülümseyen rejisör, şu cevabı verir:
“Peki, son perdede içmeniz gereken zehir yerine sahicisini verirlerse o zaman ne yaparsınız?..”
Her ders çıkarılacak olaydan sonra “sırt okşamasını iyi beceren şarlatanların içyüzlerini okuyamayanlar bu kişileri tartmaları ve kıyaslamaları için şu denenmiş sözden yararlanabilirler:
“Durgun sular derin akar..”