İŞİN İÇYÜZÜ / Seçimlere şans katan bir fıkra…
Genel Seçimler yenilenecek.. Tarihi, 1 Kasım 2015 olarak açıklandı. Yenilemenin gerekçesi, siyasi partiler arasında uzlaşma olmaması.. Seçmen, yeni sonucun ne olacağını tayin edecek.. Her seçim döneminde olduğu gibi sandıktan sıkacak sonuç merak edilmektedir.
Genelde beklenmedik süprizler, umulmadık partileri iktidara taşır. Seçimlere hile katılmadıkça, siyasette “yüzer-gezer” oyların hangi partilere kayacağı pek kestirilemedi.
Şayet seçim sonuçları için bir ölçü aranıyorsa; bu hallerde de anketlere güven bağlanıyor. Fakat, zaman zaman yanılmalarla da karşılaşıyor. En etkin çare, seçimlerin propagandanın gücüyle kazanılması.. Öyle şaşırtıcı gelişmeler ortaya çıkıyor ki, seçmeni elektrikleyecek garip şeylerle başarı yolu açılıyor.
Gazetecilik mesleğimde, 1950’lili yıllardan sonra siyasi partilerin Genel Seçimlerini, lider kadrolarıyla adım adım izlemenin deneyimiyle doluyum. Aklıma yerleşen gerçek hep şöyle oldu. “Seçimleri son anda etkileyen bir “gol pozisyonu” doğduğunda durum değişiyor..”
Bunun bir örneğine şahit oldum.
Menderes iktidarının 1957 genel seçimlerini liderlerle izliyordum. O dönem değerli hocam Cihat Baban’ın yönetimindeki Tercüman Gazetesinde görevliydim. Doğu illerini dolaşarak seçimlerin nabzını yokluyordum.
Diyarbakır’a geldiğimde partilerde bir yoğunluk yaşandığını, kıran kırana mücadele verildiğini gördüm. Bu bölge Demokrat Parti, Cumhuriyet Halk Partisi ve yeni kurulan Hür Parti arasında seçimin kaderini paylaşacaktı.
Halk kendi yaşantısının içyüzüne bakmıyordu. Cebindeki deliğin, yahut cüzdanındaki boşluğun farkında bile değildi. Yoksulluğuna dair öfke, korku, kötümserlik ve endişe sorunu yoktu. Aklının kapağını açtığında, inançla bağımlı olduğu parti liderlerinin vaadlerinden güç alıyordu. Onların söylediği her söze güvenle bağlanıyordu.
O dönemde, bu üç parti arasında, hiçbir meselede fikir beraberliği yoktu. Hür Partililer, temelde Halk Partisi’ne karşı idiler. Demokrat Partiyle “İsbat Hakkı” konusunda görüş ayrılığı taşıyorlardı. Ama, gizli kalmış bir gerçek yaşanıyordu. Hür Parti’sinde bölgenin hassasiyeti; propaganda önceliği olarak kullanılıyor; “Şeyh Sait” kininin izlerine rastlanıyordu. Bu zıtlaşmalardan Demokrat Parti’nin yararlanacağı seziliyordu.
Seçim gezilerinde “Lokomotif güç” olarak Adnan Menderes görülüyordu. Ekonomik sıkıntılara rağmen halkın sevgisi, inancı, coşkusu büyüktü. Aslında Menderes “Büyük Türkiye’yi yaratma” sevdalısı olarak imaj tazeleyebiliyordu. Fakat, kabinesindeki Bakanların kırdıkları potlar, Menderes’in seçim taktiklerinin aralığını daraltıyordu.
Tarih boyunca ekonomik sıkıntısı olmayan bir ülke düşünülemez. Seçimler döneminde ülkede “kahve sıkıntı” had safhada yaşanıyordu.
Bir fincanlık kahveyi, karaborsadan temin edebilenler mutlu insanlar sayılıyordu.
Gözümle gördüm. Diyarbakır’da Demokrat Parti il teşkilatının, taşlıklı, geniş avlusunda yorgunluk gideren İçişleri Bakanı Namık Gedik’in etrafında partililer toplanmıştı. Bakana “yorgunluk kahvesi” ikram edilmek üzere iken hemen kulağına eğildim. İçmemesini, kahvenin kokusunun tiryaki halkı yutkunduracağını hatırlattım.
Bakanlarının, bu tür tedbirsizliğini gidermek Menderes’e düşüyordu. Meydanlarda konuşurken, güven aşılayıcı beyanlarla eleştirileri savuşturmayı ustalıkla beceriyordu. Ancak, hissedilir bir oy kaybının yaşanacağını da hissediyordu.
Böyle bir ortamda halkın ürettiği bir fıkra dilden dile dolaşıyordu. Örtülü propaganda merkezlerinde dolaşan bu fıkranın öyküsünü ele geçirince gazeteme haber olarak gönderdim. Gazetemde yayınlanınca ilgi alanı daha da genişledi.
Halkın hangi partiyi tercih edeceğini araştırıyordum. Diyarbakır’ın çarşı merkezi’nde gün görmüş, yaşlı bir köylü vatandaşı konuşturdum. Fikrini sordum. Biraz düşündü. Bilmiş bir tavır takınarak anlattı:
“Yeşillik alanda serinleyen katırlar, su kenarında keyifle geviş getirirken bazıları da zıplayıp eğleniyorlarmış.
Katırlar, ölüm haberini aldıkları köyün Semercibaşı’ndan kurtulduklarına seviniyorlarmış. Bu bayram havasına katılmayan yaşlı bir katır, bir ağaca sırtını dayamış halde ağlıyormuş. Bunu farkeden, eğlence içindeki katırlardan biri, hemen ağlayan arkadaşının yanına sokulmuş, “Derdini ve niçin ağladığını” sormuş.
Ağlayan katır, içini çekerek:
“Sizler güleceğinize, ağlayın halinize” demiş. Ve anlatmış:
“Ölen Semercibaşı, sırtımızın her türlü çıkıntısını, nasırını, yarasını, beresini biliyordu. Buna göre, semerlerimizi yapıyordu. Yeni gelecek olan acemilikle canımızı yakacak.. İşte buna ağlarım..”
Bu fıkra bana, gazetemden “Habercilik İkramiyesi” kazandırmıştı.
Televizyonsuz bir dönemde, siyasetin ilgi alanına sirayet eden bir fıkranın o günlere ait özel yansıması böyle olmuştu.