İŞİN İÇYÜZÜ TOPLUMU LAÇKA EDENLER..
Her ulus tarihiyle övünür. Osman’lı devletinin şanlı bir geçmişi vardır. Osmanlı’lar,
imparatorluk sıfatını tarihi belgelerinde kullanmışlardır. O dönemlerde bir çok devlet,
imparatorluk diye anılırdı. İngilizler, Fransızlar ve imparator ünvanlı diğer ülkeler,
bulundukları coğrafyaların dışında sömürge alanları kurmuşlardı. Güçsüz ve ilkel ülkeleri
siyasal ve ekonomik egemenlikleri altına alarak “sömürü düzeni” yaymışlardır.
Tarihçiler Osmanlı’nın tanımını “imparatorluk” olarak belirtseler de aslında yapısı, bir
devlet niteliğindedir. Osmanlı’nın imparatorluk sıfatı, devlet vasfını değiştirmemiştir.
Osmanlı sultanlarından 3’ncü Mustafa, imparatorluk yerine “Devlet-i Aliyye veya
Devleti Seniyye gibi ünvanları kayıt altında aldırmıştır.
Osmanlı Devleti ne emperyalist, ne de sömürgeci olmuştur.
Hatırlanacağı gibi sömürgeci devletler, işgal ettikleri coğrafyaların yer altı ve yer üstü
kaynaklarını sınırsız kullanırlar.
Osmanlı’lar ise ele geçirdikleri toprakları, vatan-millet sınırları olarak benimserler. O
bölgelerin kalkınmasına odaklanırken devlet gücünü oraların yararına, üretimde kullanırlar.
Osmanlı devletinin meşhur ilkesidir: Halka iyi davranmak, emeği sömürmemek. Dünya
ekonomisi köleler üzerine kuruluydu. Osmanlı’lar diğer Avrupa’lı sömürgecilerden ayıran fark
şöyleydi. Devlet, hükümranlık alanındaki Macaristan’dan yılda topladığı verginin yarıdan
fazlasını, gene aynı yıl o ülkenin kalkınmasına ayırıyordu. Asıl önemlisi devlet, din, dil ve ırk
konusunda ayırımcılık göstermezdi. Bunlardan daima sakınılmıştır.
Bu tarihi hatırlatmalarımızı bir yana bırakalım. Şimdi bakıyoruz, dünün sömürge
mağduru ülkeleriyle devletimiz, iyi ilişkiler içine girmiş bulunuyor. Afrika ülkelerine her
alanda yatırımcı yapılanma hizmetleri götürülüyor. Karşılıklı ticaret ve teknoloji ilişkilerinde
yararlı hizmetlere imza atılıyor. Türkiye gelişirken, Afrika’yı da çağa hazırlıyor.
Türkiye’nin adım izleri Afrika’da görüldükçe, geçmişten kalma sömürgeci ülkelerin
karanlık yüzleri daha iyi anlaşılıyor. Kızaran yüzlerini maskelemek için ülkemize sataşıp
duruyorlar. Bazen hırçınlaşıyor, suçlamacı eylemlerle paniğe kapılıp saldırıyorlar.
Türkiye bütün bunlara bakarak “Papaza kızıp, oruç bozacak..” değil. Nasıl olsa, “ Tekke
düştü, kel göründü.” Uyanan Afrika insanı, Türkiye’nin değerini ölçtü, biçti, anladı. Tarihinden
beri emperyalist olmayan bir ülkenin görünen yüzü daha da aklaştı.
Tarih bir bilimdir. Diyalektik mantığı kullanarak tarihi değerlendirmemizi yaparken, asıl
aykırılıkları da kendi içimizde gördüğümüzü belirtmeliyiz.
Dünyanın kıskandığı bu toprakların üzerinde yaşarken, milletimizin üzerine yapışan
ayıplı bir kusurun, hala sürdürüldüğüne şahit oluyoruz.
O da şudur;
“Türkiye’yi kendi içimizde küçümsemek.” Öyle ki, toplumsal yaşantının tüm aykırı
koşulları söz konusu olduğunda, dilimize yerleştirdiğimiz o mahut kelimeyi pervasızca
kusmaktan çekinmiyoruz.. örneğin sokağı kirleten birisini gördüğümüzde, vatandaşlık
sorumluluğundan uzak insanlarla karşılaştığımda, sanki düzene devlet bigane kalıyormuş gibi
aynı laflara sarılıyoruz:
“Burası Türkiye değil mi?”
Kendi yaşadığı ülkesini kötülemeye, kararlamaya alışkın insanlara, gereken vatandaşlık
sorumluluğunu göstermedikleri için şöyle bir ifade kullanalım mı?
“Toplumu laçka edenler..”
YERLİ NAPOLYON’LAR..
2
Hiçbir şeyi beğenmeyen, hemen her şeyi suçlama hastalığa yakalanan bir hasta, tedavi
için doktora gider. Doktor önce adını, sonra şikayetini sorar.
“Adam Napoleon.. Gözüme zıt görünen insanları düzene sokmak istiyorum.”
Doktor adamın dengesiz olduğunu fark edince tedavinin uzun süreceğini ve alacağı
ücretin fazla tutacağını söyler. Ancak, adamı ikna edemediği için tedavi bittiğinde, sıra ücret
ödemesine gelince hasta, hemen çek yazarak doktora uzatır.
Doktor, çekme yazılı olanları görünce, “Bu da ne?” diye hayretle bağırır:
“Çeke Napoleon diye imza atmışsınız..” der.
“Doktor bey, yeni adıma alışmadığım için yeni bir imza da bulamadım…”
ÜNLÜ BİR SÖZ: “Denizde bulunan kimse, rüzgârın emrine tâbidir..”