İŞİN İÇYÜZÜ / 'YENİDEN DOĞMAK VAR YA…'
Mutluluk refah ile gelmiyor.
Televizyon, telefon, otomobil, doğal gaz, çeşitli dijital araçlar, mutluluğun nedenleri arasında görünmüyor..
Batı ülkelerine bakınız. Köyünde, kentinde çağdaş ihtiyaçların hepsi mevcut. Ama, insanlarının kalpleri birbirine kapalı. Katı duygular içinde bir toplum. Her yerde, anayı evlattan, kocayı karısından koparan makineleşmiş bir düzen içinde yaşıyorlar. Tarihi çevrelerde gökdelenler görülüyor.. Kentler büyüyor, taşıtlar caddelere sağmıyor.
Sabahları çalar saatle uyanan insanlar, işlerine yetişmek için ulaşım araçlarına koşanlar, ayak üstü, sandviç ve tostla midelerine lokmalar indirenler..
Caddelerde sel gibi akan insanlar. Bütün bunlara kurulu düzen deniliyor.
Mutluluk söylemleriyle halkı inandıran siyasetçiler, milletin dertleri, dilekleri ve çeşitli sorunlarına karşı aynı duyarlığı gösterebiliyorlar mı?
Her derdin sıkıntısını yaşayanların “dert ortakları”, televizyon dizileri oldu. Her şey ortada. Deve kuşu gibi başını kuma sokanlar, kurtuluşu bunda görüyorlar.
Oysa, çoğalan nüfus ve ihtiyaçlar kabardıkça, her ekonomide bu olumsuzluklar zaman zaman ortaya çıkar. Makinalaşmış toplumlarda, dostlukların bağı zayıf olduğu için oraların insanları, dertlerini içine atar.. Bizim toplum ise, televizyon dizilerinin bağımlısı olarak, ömürlerini “Gözyaşlarıyla” sulandırır.
Yaşam bu koşullar içinde devam ederken, beklenen mutluluklar üzerinde “ömür törpüsü” hiç eksik olmaz. İnsanlarımız, “Her ağlamanın bir gülme zamanı vardır” tesellisine sığınırlar.
İçinizde “Küllenen” dertlerinize çanak tutmak istemem. Ama, bir başka çanak fıkrasını yeri gelmişken anlatmadan duramam.
Aşırı sıcaklarda susayan bir adam, bulunduğu yerdeki konaklardan birinin kapısını çalar:
“Çok susadım! Dilim kurudu, bana bir bardak su verir misin?”
Kapıyı açan hizmetçi kadın, adamı serinletmek için ona:
“isterseniz ayran getireyim, içiniz ferahlar.” der.
Kadın, az sonra içi ayran dolu çanakla gelir.Adam, susuzluğunu gidermek için ayranı içer, bitirir.
Hizmetçi sorar:
“İsterseniz tekrar getirebilirim.”
“Zahmet veririm, kızım”
“Hayır, zahmet olmaz. Zaten bu ayranın içine fare düştü. Nasıl olsa dökecektik. Bekleyin, hemen getireyim.”
Şaşkınlığa düşen adam iğrenerek elindeki çanağı yere düşürür, kırar. Bunu gören hizmetçi avaz avaz bağırmaya başlar:
“Hanım, hanım, koş gel! Kapıdaki adam kedinin çanağını kırdı..”
Dahası var. Yazmakla bitmeyecek sorunlar boğazın suları gibi derinden aktıkça, yüzeydeki dalgalar hep köpüklerle oynaşır. Günümüzü ve gönlümüzü, hayali mutluluklara çeken bir müzik sesiyle avunmasını bilelim:
“Merhaba Yaz.” Demeye hazırlanırken “Güneş çarpmalarına” karşı hazırlık olalım. Yazın insan enerji yüklüdür. Bizim ruh dediğimiz bu enerjidir.. Gerisi sabun köpüğüdür. İşte, ömür de budur..
Binlerce yıl düşünseniz, aradığınız gerçeği hiçbir vakit bulamayabilirsiniz.
En sevdiğim şarkının aklıma takılan sözü şudur:
“Yeniden doğmak var ya..”