İstanbul Film Festivali Uluslararası Yarışma Filmleri Değerlendirmesi
Bu yıl pandemi dolayısıyla buruk geçen festivallere şahit oluyoruz. Festival coşkusunu yaşamak bir kenara dursun, Covid-19'a yakalanmamak adına bin takla atıyoruz. Sinema salonlarının güvenli olduğunu bilsek de yine de temkinle yaklaşıyoruz. Hatta hiçbir şekilde sinema salonlarına girmek istemeyen, çekinen sinema yazarları arkadaşlarım bile var.
Ama hayat devam ediyor, sinema da... Bu yıl İstanbul Film Festivali elinden gelen çabayı göstererek film gösterimlerini hem online hem de fiziksel olarak yapmaya çalıştı. Bu hibrit yöntem bence ileriki yıllarda da önemli festivallerin başvuracağı bir sistem olacak. Özellikle de Anadolu'da yaşayan festival severler bu sayede bazı filmlere kavuşmaya devam edecekler. Naçizane önerim diğer festivallerin de, elverdiği ölçüde, en azından yabancı filmlerin bazılarını online olarak göstermeleri.
Altta İstanbul Film Festivali Uluslararası Yarışma seçkisinin filmlerini elimden geldiğince kısa kısa değerlendirmeye çalıştım ve 10 üzerinden puanlama yaptım. Çok güçlü bir seçki olduğunu düşünmesem de 3-5 tane parıltılı işle karşılaşmak bile yeteri kadar mutlu olmaya yetti.
Öteki Kuzu (8/10):2 yıl önce yine İstanbul Film Festivali'nde severek izlediğim "Mug" filminin yönetmeni olan Malgorzata Szumowska'dan muazzam bir yapım. Cemaat/tarikat eleştirisini gizemli ve stilize bir bakış açısıyla veren film Yorgos Lanthimos ve Robert Eggers'i kıskandıracak kadar sağlam.
Mickey ve Ayı (7.5/10): Amerikan bağımsız sinemasının son dönem güçlü örneklerinden olan film babasına manevi olarak hem eş, hem anne olan bir genç kızın çıkmazlarını dile getiriyor. Genç kızı oynayan Camila Morrone da çok iyi ancak filmin gerçek starı babayı oynayan James Badge Dale.
Kuş Dili (7.5/10): Sinema, entelektüelizm, siyaset sosyolojisi, nesil farklılığı üzerine taş gibi bir film. Sanki dogma akımından da deneysel sinemadan da tatlı esintiler var. Polonya sinemasının maharetleri oğul Zulawski'yle süreceğe benzer.
Oğul-Ana (7/10): İran sineması yine bildiğimiz gibi; hikaye anlatımı, karakter yaratımı ve derinleştirmesi, insani duyguları hedeften vurması...vs. Anneliğin kutsallığını sorgularken bir yandan da ergenliğe geçiş dönemindeki bir çocuğun içine düştüğü ikilemi gerçekçi dokunuşlarla ortaya koyuyor.
Luxor (7/10): Mistik bir Mısır şehrinde geçmişiyle yüzleşen bir kadının ikilemlerine odaklanıyor. Hafızanın arkeolojik katmanlarına inmeye çalışan film Mısır'ın eşsiz tarihini de koluna takmış. Ama finali bu kadar tutuk olmasaydı daha iyiydi.
Atlantis (5/10): Roy Andersson'un dördüncü duvar tekniğiyle hikaye anlatımını andıran film festivalin ilginç işlerinden biri olacakmış gibi başlıyor. Ancak bir süre sonra dikkat dağılıyor ve filmin ekseninden çıkıyorsunuz.
Echo (5/10): Yine bir Roy Andersson stili özentisi. Noel yaklaşırken İzlanda'da yaşayan bir takım vatandaşın gündelik sorunlarını dile getiriyor. Ancak seyreden için bir süre sonra arka arkaya eklenmiş alakasız sahnelerden oluşan bir yapım olarak akılda kalıyor.
Koza (4/10): Bu tarz filmlerden artık o kadar çok sıkıldım ki... Yeni hiçbir şey söyleyemeyen, muadillerini başarısızca taklit etmekten öteye gidemeyen vasat bir yapım.
Sarı Hayvan (4/10): Büyülü gerçeklikten beslenen ama anlatımı gereksiz ayrıntılarla boğulmuş ve havada kalmış yan karakterleriyle seyirciyi içine alamayan başarısız bir yapım.
Sanctorum (3.5/10): Tıpkı "Sarı Hayvan" filmi gibi büyülü gerçeklikten anlatım olarak faydalanmaya çalışan bir yapım. Ama bana hiç mi hiç hitap etmedi. 80 dakikalık film 150 dakikada bitti sandım.
Exile (3/10): Fare fobisi olan Arnavut göçmeni bir beyaz yakalının, Almanya'da Alman eşi ve çocuklarıyla yaşarken çektiği 'yapay' dertleri anlatıyor. İş hayatındaki saçmalıklar da cabası... Ruh daraltan ve gerçekten neden çekildiğine anlam veremediğim bir film.
Denizaltısı da Olsun İsteyen Cam Temizleyici (2.5/10): Bu film için iyi niyetli bir çalışma diyelim ve konuyu kapatalım.