İSTANBUL'UN PROFİLİ (2)
Eskiden İstanbullu olduğumu asla önemsemezdim. Ne zaman ki, bu kent talan edilmeye ve İstanbul kültürü yozlaşmaya başladı, terbiye ve nezaket kalmadı, hemen tepki vermeye başladım ve “nerelisin” sorusuna ağzım dolu dolu “İstanbulluyum” dedim. Özellikle eğer soruyu soran İstanbullu değilse, adeta bu kelimeyi kafasına vurur gibi söylerdim. Muhatabım da kentimi bu kadar sahiplenmeyi yadırgadığı için, bıyık altından güler, “ne İstanbullusu yahu, İstanbullu var mı?” gibilerinden diliyle değil de, mimikleri ile sorardı. Cevabını alırdı. İstanbul kökenli olanlardan yalnız ben değil, birçok insan rahatsız ve üzüntüyle söylemeliyim ki, bu rezaleti bir türlü kabullenemiyorlar.
Kıbrıslı bir dostum Dr. Rauf Ünsal bir gün bana anlatmıştı, hiç unutmam. Bir zamanlar Londra Büyükelçiliği de yapan ünlü diplomatımız Rahmi Gümrükçüoğlu eşi Elçin Hanımefendi ile birlikte Kıbrıs’ta oturuyorlar. Ben de merakla sordum.
- Doktor, bu aile çok köklü ve asil bir İstanbul ailesidir. Biliyorsun bunların hem Boğaz’da, hem de Moda’da evleri var, ne işleri var burada?
Dr. Ünsal:
- Biliyor musun, ben de bu soruyu Gümrükçoğlu ailesine sordum. Niçin İstanbul’da oturmuyorsunuz?
Rahmi Bey şöyle cevap verdi:
“- Rauf’cuğum, artık İstanbul senin bildiğin İstanbul değil. Onun her bakımdan kirlenmesine tahammül edemiyoruz. Hiç olmazsa, bu kirliliği gözümüz görmezse, gönlümüz katlanır, diyoruz ve burada yaşamayı yeğliyoruz.”
Bu şehirde yaşayanlar şunu asla unutmamalıdır. İstanbullu olmak için önce terbiyeli ve nazik olmak, sonra Türkçeyi iyi kullanmak saygı, sevgi ve sıra nedir öğrenmek, bilmek, uygulamak gerekir. Öğrenin ve unutmayın.
Unutmayacağınız bir şey daha var. Yüreğimizi en çok yakan yalnız maddi değerler değil, manevi değerler...
Ehh. Bütün bunlardan sonra eğer onlar İstanbullu olacaklarsa, beni İstanbul kayıtlarından silin.
Yeri gelmişken, size bir İstanbul kitabı tavsiye etmeliyim. Arkadaşım gazeteci-yazar Rahmetli Mehmet Tanju Akerman, “İstanbullu” adıyla bir kitap yazdı. Alın okuyun. Cümle güzellikleri, üslup, konuya yaklaşım bir harika. Ama kimsenin haberi yok. Bu çok bilmiş medya var ya, adamın bu eserinden bir satır konu etmedi.
Ama o günler, ünlü bir yazarın yeni yayınlanan kitabıyla, yine şişirilmiş bir şairin satırlarıyla dolu şiirleri medyada öyle bir anlatılıyordu ki, sanırsınız ülkenin her yanından petrol fışkırdı, milli gelir kişi başına 30 bin dolara yükseldi. Küçük ama satışı büyük gazeteler ve medya sanki bayram sevinci yaşıyor. Bunların kitapları kapış kapış... Bizim “İstanbullu”dan ses yok...
Bunlar aynı Mısır Çarşısı’ndaki, Mahmutpaşa’daki işportacılar gibi. İşportacılar 3-5 kişi ortak çalışırlar. Biri bangır bangır bağırır “koş vatandaş koş, batan fabrikanın malları, mağazalarda 100, burada 10, gel sen de al bugün son” diye. Üçkağıtçı ortaklar etrafı kollarlar, hemen tezgaha yaklaşırlar, “ver iki tane, ver 3 tane” diye. Bu arada, numaradan aralarında konuşurlar, “amma ucuz” Üç tane, beş tane alırlar, milleti gaza getirirler. Bir furya olur, müşteri müşteriyi çeker, piyasa oluşur. Gerçek müşteri gidince, mallar tezgaha geri gelir, paraları kırışırlar.
Bizde de kitap işi aynı. Aslında bunlar bu işi yapacaklarına Mısır Çarşısı’nın kapısında çorap satsalar iyi olur da, bu kez işportacıların işini engellerler. Yani sonuçta işportacılarla defolu kitap satanlar arasında tek fark, onların ayda kazandıklarını, bizimkiler bu numara ile günde kazanıyorlar.
Dalıma basmayın, dayanamıyorum konuyu dağıtıveriyorum. Allah adına söyleyin. Haksız mıyım?
(Bitti)