Kadının Adı (II)
Türk kadınının haklarını kazanarak adının konmasındaki son aşama İstiklal Savaşındaki etkin mücadelesi ile Cumhuriyet dönemindeki kazanımlarıdır ve halen devam eden bir süreçtir.
Türk kadını vatan tehlikeye düştüğü zaman öz evladını savaşa, muhtemel ölüme göndermekten çekinmediği kadar kendi canını feda etmeye de hazır olmuştur. Savaşların meydana getirdiği zulüm, tecavüz, işkence, hastalık ve ölümler en çok kadınları etkilemiştir. Fikir meydanında cesaret verici konuşmalar yapan, kurdukları cemiyetler vasıtasıyla yardım toplayan kadınlarımıza, savaş meydanlarında yaralılara yardım eden, işgallere elindeki taşla, bulduğu silahla direnen, sırtında veya kağnısında erzak ve cephane taşıyan mücadeleci kadınlar eşlik etmiştir.
İstiklal Savaşında düşmana karşı bir şekilde mücadele etmek duygusu kadınlarımızda bir çeşit kutsal isyan halini almıştır. Bağımsızlık elde edilinceye kadar onlar için hayatta başka hiçbir şeyin önemi kalmamıştır. Ordunun savaşması için gerekli hayat kaynaklarını kadınlar sağlamıştır. Çift süren, tarlayı eken, kağnısı ve kucağındaki yavrusu ile yağmur ve kar altında cephenin ihtiyaçlarını taşıyan ve gerektiğinde savaşan Anadolu kadını olmuştur.
Milli mücadeleden sonraki adım, yarınların aydınlık Türkiye’sinin hazırlanmasıdır. Kadınlar aydınlık yarınlar için doktor olarak sağlığın, hakim ve avukat olarak hukukun, gazeteci olarak basının, polis ve asker olarak güvenliğin, milletvekili olarak siyasetin içinde erkeklerle bir arada olmalıdır. Kadın çok sağlam bilgiler ile donatılarak hem ailede hem de toplum hayatında etkin bir şekilde yer almalıdır.
*** *** ***
Mustafa Kemal, çağdaşlaşma hareketleri içerisinde kadını çok önemli bir simge olarak görüyordu. Anadolu kadını büyük oranda okumamıştı ve sosyal hayat içinde yer almıyordu. Cumhuriyet kadını diğer toplumların kadınından aşağıda kalmamalıydı. Halkımız için eğitim lazımdı, bilim lazımdı. Bu eksiklik sadece erkeklerle aşılacak bir engel değildi. Kadın sosyal hayatta erkeklerle beraber yürüyerek birbirlerinin yardımcısı ve destekçisi olacaktı.
Mustafa Kemal’in en sevdiği insan kendisi için büyük acılar ve sıkıntılar çeken, faziletine ve yüksek kadınlığına inandığı annesi Zübeyde Hanımdı. Kıymetli büyük bir kurtarıcı yetiştirmek mutluluğuna sahip bir anne ile kıymetli büyük bir anneye sahip olmak gururunu yaşayan bir evladın aşkıydı bu. Bu aşkın arasına toprak girince Avrupa’daki eğitiminden, dürüst yaklaşımından ve samimiyetinden etkilendiği Latife Hanım’la evlendi. Bu evlilikle Latife Hanım, modern ve medeni Türk kadınının simgesi olma görevini üstlendi ama bu görev iki buçuk yıl sürdü. Örnek ve başarılı kadınlar yaratma projesini ise evlat edindiği ve bir baba şefkatiyle sevdiği kız çocuklarıyla sürdürdü.
Mustafa Kemal, kadınlar için esas mücadele alanını güzel görünme ve çağdaş giyinmedeki başarıdan çok, ışık, bilgi, kültür ve erdemle süslenip donanmada görüyordu. Kadın zihinsel ağırbaşlılığını ve faziletini, dış görünüşünün, yani kıyafetinin de ağırbaşlılığı ile tamamlamalıydı. Böyle olursa kadınımız, Avrupalı hemcinslerinin değil altında kalmak, üstüne çıkacaktı. Çünkü bizim kadınlarımız çok çalışkandı. Dünyada hiçbir milletin kadınının “Ben Anadolu kadınından fazla çalıştım. Milletimi kurtuluşa ve zafere götürmekte Anadolu kadını kadar emek verdim.” diyemeyeceğini ifade ediyordu.
Tarsus'ta yolunu keserek ayağına kapanan cephelerde çarpışmış bir kadına “Kahraman Türk kadını! Sen yerlerde sürünmeye değil, omuzlar üzerinde yükselmeye layıksın.” diyen O’ydu.
Geleceğin teminatı çocukların yetişmesinde kadının önemini hatırlatarak zaman geçtikçe, uygarlık dev adımları ile yürüdükçe, hayatın gereklerine göre çocuk yetiştirmenin güçlüklerinden bahsediyordu. Annelerin çocuklarına vereceği eğitimin eski dönemlerdeki gibi basit olmayacağını, çağdaş bireyler yetiştirmek için kadınların erkeklerden çok daha aydın, çok daha kültürlü, çok daha bilgili olmak zorunda olduğunu ifade ediyordu.
Çünkü kadının adı yoktu...
Kadının adı toplum hayatında, siyasette ve iş hayatında hep eksikti.
Kadın ancak az sayıdaki kız okullarına devam ederek eğitimine devam edebilirdi,
Kadın erkeğin miras payının yarısına sahipti,
Tanıklıkta iki kadın bir erkek kadar kabul görüyordu,
Boşanma kararı erkeğin iki dudağı arasındaydı, kadın inisiyatifsizdi,
Erkek aynı anda birden çok kadınla evlenebilir, kadın çaresiz kabullenirdi,
Kadın seçemezdi, seçilemezdi...
Aydınlık yarınlar için yenilenen ülkede çağına göre ilerici ve devrimci kanunlar ortaya konuldu. Önce 1924 yılında Tevhid-i Tedrisat Kanunu kabul edilerek eğitim tek sistem altında toplandı, kadınlarla erkeklere eğitimde eşit imkanlar sunuldu. 1926 yılında kabul edilen Medeni Kanun ile kadınların yasal statüsü değişti, hem aile içinde hem de bir birey olarak eşit haklar tanındı. Kadınlara 1930’da yerel, 1934’de genel seçimlerde seçme ve seçilme hakkı tanındı. Tüm bunlar İslam ülkelerinde olmayan, çoğu Batı ülkesinden de daha ilerici gelişmelerdi.
Dünya yüzünde gördüğümüz her şeyi kadının eseri olarak değerlendiren Mustafa Kemal, kadının toplum içinde önemini, saygınlığını, varlığını, bilgi ve kültür alanında ilerlemesini ön planda tutmuş, Türk kadınının uluslararası uygarlık seviyesinde yükselmesini amaç edinmişti.
*** *** ***
Kadın-erkek eşitsizliği, halen modern dünyamızın önemli sorunlarından birisidir. Bu eşitsizliği besleyen ve bir ölçüde geçmişin uzantısı olan psikolojik, sosyolojik, ekonomik ve politik sebepler halen giderilememiştir. Dünya Ekonomik Forumunun güncel raporları ise başka bir sebebin sanki ipuçlarını veriyor. Bu rapora göre kadın erkek eşitsizliğinin en yoğun olduğu on ülke sırasıyla Yemen, Pakistan, Suriye, Çad, İran, Suudi Arabistan, Lübnan, Fas ve Ürdün. Ve bu ülkelerin ortak özelliği nüfuslarının büyük çoğunluğunun Müslüman olması.
Cinsiyet eşitliğinin en iyi seviyede olduğu ilk yirmi ülke arasında ise Namibya, Nikaragua ve Ruanda gibi gelişmişlik endeksi açısından kulağımızı tırmalayan ülkeler mevcut olsa da herhangi bir İslam ülkesi bulunmamaktadır.
İslam'dan önceki devirlerde kadınlara ait güzel hatıraların pek olmadığı, kadını küçük düşüren, ezen, hakkını gasp eden olayların sayılamayacak kadar çok olduğu, kadınların insan yerine konulmasının İslamiyet ile başladığı hep duyduğumuz cümlelerdir. Bu ifadelerin kadının toplumdaki yerini sunan bilimsel istatistiklere yansıtılamamış olması gayet düşündürücüdür.
Türkiye bu raporda 144 ülke arasında 131’inci sırada yer almakta olup cinsiyet eşitliliğinin ekonomi ve siyasette var olmadığı, başarısız bir örnektir. Bunda toplumun genelindeki dini ve geleneksel bakış açısının etkisi olabileceği gözden kaçırılmamalıdır.
Oysa, dünya yüzünde gördüğümüz her şeyi kadının eseri olarak değerlendiren Mustafa Kemal, kadının toplum içinde önemini, saygınlığını, varlığını, bilgi ve kültür alanında ilerlemesini ön planda tutmuş, Türk kadınının uluslararası uygarlık seviyesinde yükselmesini amaç edinmişti.
Zaman değişmiş, toplum gelişmiş, kadın eğitim ile meslek hayatında yerini almış, ekonomik özgürlüğüne kavuşmuş, sosyalleşerek toplum hayatında hukuken tamamen görünür olmuştur. Ancak çağdaş istatistikler kadının adındaki problemin Türkiye için halen çözülemediğini, bazı şeylerin kadın için hala eksik olduğunu göstermektedir.
Türk kadını, bu eksikliği gidermek için kendisine verilen hakları koruma, çağdaş yaşam koşullarına ayak uydurma ve adını hakkıyla alma mücadelesinden vazgeçmeden ilerlemek zorundadır.