KAFE KÖŞELERİNDE...
İktidar Partisinin mahalle irtibat bürosu müdavimlerinden emekli öğretmen Murat Hoca, dışarıdan gelen sesler üzerine bürodan dışarı çıkıp sesin geldiği tarafa baktı.
Sesin geldiği tarafta dört yol ,dört yolun iki köşesinde ise iki kafe vardı.
Kafelerden biri normal kafe , diğeri de kitap kafe idi.
Normal kafe’de emeklilikten boşa düşmüş kısa pantolonlu , bez şapkalı kamil adamlar , kilolu bayanlar yaz sıcağında mayışarak bambu sandalyelerine yayılıp hafif müzik eşliğinde un kurabiyesi yiyerek, çay içip esneyerek zaman geçirmekteydiler.
Bunları hemen hepsi bilindiği üzere muhalif parti yanlısı tahsilli adamlardı.
Sanat edebiyat kitapları dolu raflarıyla kültür dünyamıza renk katan mahallemizin medarı iftiharı olan “kitap-kafe”de ise saçı sakalına karışmış kısa pantollu üniversiteli gençler ile muadilleri ve baldır bacak bacak sere serpe oturan genç kızlar geyik yaparlardı.
O günlerden bir gün idi ve sehpaların üzerinde içleri mayolu kadın resimleriyle dolu bir kaç magazin dergisi, çay bardakları, üzerlerinde bir kısmı yenilmiş çörek , börek artıkları bulunan porselen tabaklar vardı .
O gün de ,Kitap-Kafe “Yalnız Çoban” ezgisinin hüzünlü hakimiyeti altında idi.
Ve “an itibariyle” bu hakimiyet, başka bir dünyadan intikal etmiş olan bir müzik gurubunun sahaya girmesiyle ortadan kalkmış görünüyordu. .
Hamam taburesi üzerine koydukları bağış kutusuna iliştirilmiş yazıya bakılırsa bunlar mahalleler arası turne düzenleyen “ Görür Gözüm Görmez Oldu” müzik grubuydu.
Elinde mikrofon bulunan tahmini kırk yaşlarındaki esmer kara- kuru kız saçlarını arkadan at kuyruğu bağlamıştı. Ne yazık kızcağız bakımsızdı. Perişanlığı uzun zamandır yıkanmamış çiçek desenli uzun bluzundan belliydi.
Bas bas bağıran iki hoparlörün kabloları birbirine dolaşmış arapsaçı olmuştu.
Kıvırcık saçlı, kırk yaşlarında, göbeği pantolonundan taşmış adam ise tef çalıp solist kıza vokalistlik yapıyordu. Müziğin gidişine göre tefini yukarıya doğru uzatıyor sallayarak,titreterek indirip kaldırıyordu. Ekmek pilav ile beslendiğinden göbeği yağ bağlamıştı. Koyu renk ceketi buruşuk,gömleği beyaz,yakası bağrı açıktı. Kuvvetle muhtemel ki, bu da elbisesiyle yatıp kalkan takımındandı.
Bir eski naylon sehpa üzerine konulan org çalan adama gelince, biçare o da bakımsızdı.Saçı başı ,bıyığı toz toprak içindeydi. Orgun üstüne dua edercesine abanıyor, tepsideki pirincin taşını ayıklar gibiydi. Uçuk kaçık,kendinden geçmiş haliyle gurubun en sıyırmış, en hassas adamıydı. Otuz, otuzbeş yaşlarındaki bu adamın da karnı kemerini aşmış alıp başını gitmişti. Kopmuş düğme aralığından göbeği pırtlamıştı.
Tırnakları kirli ve uzamıştı. orgun tuşlarına değil , sanki yürek tellerine basıyordu . Tuşlar inip kalktıkça yüreği kabarıyor, inliyor,kaderine kahrediyordu.
Oradan geçiyordum, durdum. Yanlarına yaklaşınca dehşetle irkildim.Hiçbirinin gözleri yoktu. Gözleri tamamen silinmişti.
Müziğin icra ediliş şekline bakılırsa, gurup repertuvarını TRT’nin “Yurttan Sesler” arşivinden seçmiş olmalıydı.
Nitekim gurup Karacaoğlan’ın “Ela gözlüm ben bu ilden gidersem, zülfü perişanım kal melul melul” türküsünü icraya başlayınca , normal Kafe ile Kitap-Kafe müşterileri melul melul bakmaya başladılar...
İşte an itibariyle yazımızı burada başlatıp “iktidar Partisinin mahalle irtibat bürosu müdavimlerinden emekli öğretmen Murat Hoca, dışarıdan gelen sesler üzerine bürodan dışarı çıkıp sesin geldiği tarafa bakmıştı ve “ne oluyoruz beyler?” , deyip , pantolonunun kemerini göbeğinin üzerine kadar çekmiş idi.
Bakın ki keyfiyete o ana kadar farkında olmadığı muhalif muhtara casusluk yapan Erol'u bu anda görmüş idi.
Muhalif muhtara casusluk, ajanlık, müzevirlik hizmeti veren bu Erol kimdir? Gelin biraz da bu herifi tanıyalım. Erol takribi 1.80 santimetre boyunda ,saçı sakalı apak ak, otuz-kırk yaşlarında gri renkli bir herifti.Gri renkli giyimi favorisiydi. Onu her zaman gri renk ile hatırlarım. Uzun boyu, uzun yüzü,uzun ak kıllı kolları,uzun parmaklarıyla spagetti makarna insan ilham ediyordu.
Donuk yüz ifadesiyle ne gülüyor ne de ağlıyordu. İlkokuldan terk,okuma yazma orta ve işsizdi. Bu sessiz sedasız,ifadesiz haliyle karne verilseydi bu herife hal ve gidiş üçün üzerinde olmazdı.
Yakınlarının yardımıyla ve babadan kalma eski yığma bir evin kirasıyla geçiniyordu. Tabii, istihbari faaliyeti sırasında yediği içtiğini de yanına kar kalıyordu.
İktidar partisinin irtibat bürosunun bereketli mutfağında yediği önünde yemediği arkasındaydı.Yaptığı kontrollerde kayda değer bir şey bulursa atıştırır, bulamazsa karnını ovalayarak dışarı çıkardı.
Asıl ilgi alanı başkanın seçmene dağıtacağı kilitli kapı ardındaydı. Muhtar depodaki malzemeyle ilgili bilgi istiyordu. Makarna, mercimek ,kahve,çay benzeri promosyon malzemeleriyle dolu deponun kapısı umuma , dolayısıyla kendisine de kapalıydı. Ne edip ettiyse deponun anahtarına ulaşamadı.
Anahtar başkanın elindeydi ve kimseye vermiyordu.
Partililer onun yanında konuşmazdı. O büroya gelince hazirun havaya, buluta, gökte geçen kırlangıca bakar, muhtar hakkında bir şey söylemezdi. O da naylon sandalyelerden birine oturur milletin ağzına, ara sıra da ağzı gevşek kadınların ağzına bakar,konuşmalara kulak kabartırdı.
Uzatmayalım işte Erol elinde su şişesiyle ve midesini ufalayarak dışarı çıkmış, Murat Hoca da gözünü su şişesine gözünü dikerek ; “ Git Başkana Murat Hoca seni çağırıyor de ” dedi.
Erol, ne he, dedi ne yok, dedi. Doğruca muhtarın külliyesine doğru yürüdü.
Muhtar, muhtarlık külliyesi önüne bir sandalye atmış güneşleniyordu.
Özel ajanına değer vermez bir eda ile “ Murat benim hakkımda ne konuşuyor? “ şeklindeki klasik sorusunu sordu.
Özel casus , havaya bakıp konuştu; “ Murat abi başkanı çağırıyor” dedi.
Hatırı kalmasın; biraz da muhtardan söz edelim.
Muhtar, ununu eleyip, lakin eleğini asmamış takımından orta boylu,şöyle böyle yetmiş-yetmiş beş kilo ağırlığında, bastonuna dayanarak seke seke yürüyen orta engelli biriydi.Tahmin edileceği üzere saçı sakalı ağarmış,tepesinde saçı seyrelmiş değirmi yüzündeki yuvarlak gözlüğüyle tipi tipe benzer bir şahıstı.
Muhtar, ilçe başkanının kendine hediye ettiği dolmakalemi cebinden çıkardı.Özene bezene günlüğüne şöyle bir kayıt düştü ; “Bugün pazartesi. Öğleden sonra, Saat 13.45 karşı partide hareketlenme var. Depo anahtarını gene ele geçiremedik... “
Velhasıl ; vakit öğleden sonraydı …Gökyüzünde bir kaç parça avare bulut şekerleme yapıyor, ben de oradan geçiyordum.
Mahalleler arası turne yapan Görür Gözüm Görmez Oldu müzik gurubunun ulaşımından sorumlu adamı eski model pejo’sunu alıp ortadan kaybolmuştu.
Gurup Karacaoğlan’dan deyişler icra eyledi. Yoldan gelip geçene, durana, bakana , bakmayana, dinleyene dinlemeyene bir saat on dakikalık bir konser verdi.
Kuru kara , görme engelli bakımsız kız at kuyruğu saçını sık sık sağa sola sallarken ,diğer gurup üyeleri de kan ter içinde org, tef ve ritm sazıyla olaya iştirak ettiler.
Söylemesi ayıp; “Adаm olmаk; bir grubа dаhil olmаk değil, bir duruşа sаhip olmаktır “ anlamlı sözünün sahibi , mahallemizin en ağır abisi, eski öğretmen Murat Hoca, Kitap-Kafe önündeki konuşlanmaya ilişkin bazı şahsi değerlendirmelerde bulunup bu işte bir iş var,demiş idiyse de bu işten bir iş çıkmayacağı aşikar olmuştu. “Yalnız Çoban” ile “Ela gözlüm” parçalarının partiler arasında bir menfaat çatışmasına (?) yol açmadığına kanaat edince, karşı fırından iki adet ekmek alıp evinin yolunu tuttu.
Gurubun ayni zamanda muhasibi konumundaki tefçi gelip geçenin konser bedeli olarak bıraktığı meblağı kutudan çıkarıp cebine attı. Diğerleri de ayağa kalktılar, malzemelerini topladılar, eski pejo’larını beklemeye başladılar.
Ulaşımından sorumlu leylek bacaklı başı kuş yuvalı kılıklı herif eski model pejo’yu alıp ortadan kaybolmuştu.
Şehir ışıklarını yaktı, insanlar evlerine doğru yürüdüler. Ben ise oradan geçiyordum.
Kafeler ışıklarını yakmıştı .
Akşam karanlığı çökmeye başlamıştı…