CEMAL KARABAŞ

CEMAL KARABAŞ

KAFE KÖŞELERİNDE...

İktidar Partisinin mahalle irtibat bürosu müdavimlerinden emekli öğretmen  Murat Hoca,  dışarıdan gelen sesler üzerine  bürodan dışarı çıkıp sesin geldiği tarafa baktı. 

Sesin geldiği tarafta  dört  yol ,dört yolun iki köşesinde ise  iki kafe vardı. 

Kafelerden biri  normal kafe , diğeri de kitap kafe idi.

Normal kafe’de  emeklilikten boşa düşmüş kısa pantolonlu , bez şapkalı kamil adamlar , kilolu bayanlar   yaz sıcağında  mayışarak bambu sandalyelerine yayılıp  hafif müzik eşliğinde  un kurabiyesi yiyerek, çay içip  esneyerek zaman geçirmekteydiler.

Bunları hemen hepsi bilindiği üzere  muhalif parti yanlısı  tahsilli adamlardı. 

 Sanat edebiyat kitapları dolu raflarıyla  kültür dünyamıza renk katan  mahallemizin medarı iftiharı olan  “kitap-kafe”de ise saçı sakalına  karışmış kısa pantollu üniversiteli gençler  ile muadilleri ve  baldır bacak  bacak  sere serpe oturan  genç kızlar geyik yaparlardı.

O günlerden bir gün idi ve  sehpaların üzerinde  içleri mayolu kadın  resimleriyle  dolu bir kaç magazin  dergisi, çay bardakları, üzerlerinde bir kısmı yenilmiş çörek , börek artıkları bulunan porselen tabaklar vardı .

O gün de  ,Kitap-Kafe “Yalnız Çoban”  ezgisinin   hüzünlü  hakimiyeti altında idi. 

Ve “an itibariyle” bu hakimiyet,   başka bir dünyadan intikal etmiş olan bir müzik gurubunun  sahaya girmesiyle ortadan kalkmış görünüyordu. . 

Hamam taburesi üzerine koydukları bağış kutusuna iliştirilmiş yazıya bakılırsa  bunlar   mahalleler arası turne düzenleyen “ Görür  Gözüm Görmez Oldu” müzik grubuydu. 

Elinde  mikrofon bulunan tahmini  kırk yaşlarındaki esmer kara- kuru   kız  saçlarını  arkadan at kuyruğu bağlamıştı. Ne yazık kızcağız bakımsızdı. Perişanlığı uzun zamandır yıkanmamış çiçek desenli uzun bluzundan belliydi. 

Bas bas bağıran iki  hoparlörün kabloları birbirine dolaşmış  arapsaçı olmuştu. 

Kıvırcık saçlı, kırk yaşlarında, göbeği pantolonundan taşmış  adam  ise tef çalıp solist kıza vokalistlik  yapıyordu. Müziğin gidişine göre tefini yukarıya doğru uzatıyor sallayarak,titreterek indirip  kaldırıyordu. Ekmek pilav ile beslendiğinden göbeği  yağ bağlamıştı.  Koyu renk  ceketi  buruşuk,gömleği beyaz,yakası bağrı açıktı. Kuvvetle muhtemel ki, bu da elbisesiyle yatıp kalkan takımındandı.

Bir eski naylon sehpa üzerine konulan org çalan adama gelince, biçare o da bakımsızdı.Saçı başı ,bıyığı  toz toprak içindeydi. Orgun üstüne  dua edercesine abanıyor, tepsideki pirincin taşını ayıklar  gibiydi. Uçuk kaçık,kendinden geçmiş haliyle gurubun en sıyırmış, en  hassas  adamıydı. Otuz, otuzbeş yaşlarındaki bu  adamın da karnı kemerini aşmış alıp başını gitmişti. Kopmuş düğme aralığından göbeği pırtlamıştı.

Tırnakları kirli ve uzamıştı. orgun tuşlarına değil , sanki yürek tellerine  basıyordu . Tuşlar inip kalktıkça yüreği kabarıyor, inliyor,kaderine kahrediyordu. 

Oradan geçiyordum, durdum. Yanlarına yaklaşınca dehşetle irkildim.Hiçbirinin gözleri  yoktu. Gözleri tamamen silinmişti. 

Müziğin  icra ediliş şekline bakılırsa, gurup repertuvarını TRT’nin  “Yurttan Sesler” arşivinden seçmiş olmalıydı.  

 

Nitekim gurup Karacaoğlan’ın “Ela gözlüm ben bu ilden gidersem, zülfü perişanım kal melul melul”  türküsünü icraya başlayınca ,  normal Kafe ile  Kitap-Kafe  müşterileri   melul melul bakmaya başladılar...

İşte an itibariyle  yazımızı  burada başlatıp “iktidar Partisinin mahalle irtibat bürosu müdavimlerinden emekli öğretmen  Murat  Hoca,  dışarıdan gelen sesler üzerine  bürodan dışarı çıkıp sesin geldiği tarafa bakmıştı ve  “ne oluyoruz beyler?” , deyip , pantolonunun kemerini göbeğinin üzerine kadar çekmiş idi.

Bakın ki keyfiyete  o ana kadar farkında olmadığı  muhalif  muhtara casusluk  yapan Erol'u bu anda  görmüş idi.

Muhalif muhtara casusluk, ajanlık, müzevirlik hizmeti veren  bu Erol  kimdir? Gelin biraz da bu herifi tanıyalım. Erol takribi 1.80 santimetre boyunda ,saçı sakalı apak ak, otuz-kırk yaşlarında gri renkli bir herifti.Gri renkli giyimi favorisiydi. Onu her zaman gri renk ile hatırlarım.  Uzun boyu, uzun yüzü,uzun ak kıllı  kolları,uzun parmaklarıyla    spagetti makarna insan  ilham ediyordu.

Donuk yüz ifadesiyle ne gülüyor ne de ağlıyordu. İlkokuldan terk,okuma yazma orta ve  işsizdi. Bu sessiz sedasız,ifadesiz  haliyle  karne verilseydi bu herife  hal ve gidiş  üçün üzerinde  olmazdı.

 Yakınlarının yardımıyla  ve babadan kalma eski yığma bir evin kirasıyla geçiniyordu. Tabii,  istihbari faaliyeti sırasında yediği içtiğini de yanına kar kalıyordu.

İktidar partisinin irtibat bürosunun  bereketli mutfağında yediği önünde yemediği arkasındaydı.Yaptığı kontrollerde kayda değer bir şey bulursa atıştırır, bulamazsa karnını  ovalayarak  dışarı çıkardı.

Asıl ilgi alanı  başkanın  seçmene dağıtacağı  kilitli  kapı ardındaydı. Muhtar  depodaki malzemeyle ilgili bilgi istiyordu. Makarna, mercimek ,kahve,çay benzeri  promosyon malzemeleriyle dolu  deponun kapısı   umuma , dolayısıyla kendisine de kapalıydı. Ne edip ettiyse deponun anahtarına ulaşamadı.

 Anahtar başkanın elindeydi ve kimseye vermiyordu.

Partililer onun yanında konuşmazdı. O büroya  gelince hazirun  havaya, buluta, gökte geçen kırlangıca bakar, muhtar hakkında  bir şey söylemezdi. O da naylon sandalyelerden birine oturur milletin ağzına,  ara sıra  da  ağzı gevşek kadınların ağzına bakar,konuşmalara kulak kabartırdı.

 Uzatmayalım işte Erol elinde su şişesiyle ve  midesini ufalayarak  dışarı çıkmış, Murat Hoca  da gözünü   su şişesine gözünü dikerek ;  “ Git Başkana  Murat Hoca seni çağırıyor de  ” dedi. 

Erol, ne he, dedi ne yok, dedi.  Doğruca  muhtarın külliyesine doğru yürüdü. 

Muhtar, muhtarlık külliyesi önüne bir sandalye atmış güneşleniyordu.

Özel ajanına değer vermez bir eda ile  “ Murat benim hakkımda ne konuşuyor? “ şeklindeki klasik sorusunu sordu. 

Özel casus  , havaya bakıp konuştu;  “ Murat abi başkanı çağırıyor” dedi. 

Hatırı kalmasın; biraz da muhtardan söz edelim.

Muhtar, ununu eleyip, lakin  eleğini asmamış takımından orta boylu,şöyle böyle  yetmiş-yetmiş beş  kilo ağırlığında, bastonuna dayanarak  seke seke yürüyen orta engelli  biriydi.Tahmin edileceği üzere saçı sakalı ağarmış,tepesinde saçı seyrelmiş değirmi yüzündeki  yuvarlak gözlüğüyle  tipi tipe benzer bir  şahıstı.

Muhtar, ilçe başkanının kendine hediye ettiği dolmakalemi cebinden çıkardı.Özene bezene  günlüğüne şöyle bir kayıt düştü ; “Bugün pazartesi.  Öğleden sonra, Saat 13.45 karşı partide hareketlenme var.  Depo anahtarını  gene  ele geçiremedik... “ 

Velhasıl ; vakit öğleden sonraydı …Gökyüzünde bir kaç parça  avare bulut  şekerleme yapıyor, ben de  oradan geçiyordum.

 

Mahalleler arası turne yapan Görür  Gözüm Görmez Oldu müzik gurubunun ulaşımından sorumlu  adamı  eski model   pejo’sunu alıp  ortadan kaybolmuştu.

Gurup  Karacaoğlan’dan deyişler icra eyledi. Yoldan gelip geçene, durana, bakana , bakmayana, dinleyene dinlemeyene  bir saat on dakikalık  bir konser verdi. 

Kuru kara , görme engelli bakımsız  kız at kuyruğu saçını sık sık  sağa sola sallarken  ,diğer gurup üyeleri de  kan ter içinde  org, tef ve ritm sazıyla  olaya iştirak ettiler.

Söylemesi ayıp;  “Adаm olmаk; bir grubа dаhil olmаk değil, bir duruşа sаhip olmаktır “ anlamlı sözünün sahibi ,  mahallemizin en  ağır abisi, eski öğretmen  Murat  Hoca,  Kitap-Kafe önündeki konuşlanmaya ilişkin bazı şahsi  değerlendirmelerde bulunup bu işte bir iş var,demiş idiyse de bu işten bir  iş çıkmayacağı  aşikar olmuştu.  “Yalnız Çoban”  ile “Ela gözlüm” parçalarının partiler arasında  bir menfaat çatışmasına (?)  yol açmadığına kanaat  edince,  karşı fırından iki adet ekmek alıp evinin yolunu tuttu.

Gurubun ayni zamanda  muhasibi  konumundaki tefçi   gelip geçenin konser bedeli olarak bıraktığı meblağı kutudan çıkarıp  cebine  attı. Diğerleri de ayağa kalktılar, malzemelerini topladılar, eski pejo’larını beklemeye başladılar.

Ulaşımından sorumlu  leylek  bacaklı  başı kuş yuvalı kılıklı  herif  eski model   pejo’yu  alıp  ortadan kaybolmuştu.

Şehir ışıklarını yaktı, insanlar evlerine doğru yürüdüler. Ben ise  oradan geçiyordum.

Kafeler ışıklarını yakmıştı .

Akşam karanlığı çökmeye başlamıştı…

 

<