Kalaycı
Bakır dönemini yaşıyorken ülkemiz, mutfak eşyalarının ekserisi bakırdandı. Tencere, tava, tabak, kaşık ve çatallar bakırdandı.Su kovaları, kazanlar, bakraçlar bakırdı. Bunun yanında kaşık-çatal takımı olarak ahşap da kullanılırdı.Hanımların kullandığı taraklar da sıradan olanlar ahşaptan, değerli olanlar ise kemiktendi. Yumuşak huylu idi insanlar. Ahşap yumuşaklığı ruhlara da etki ediyordu.
Romatizma adı verilen eklem ve kas ağrıları, iltihaplanmaları henüz keşfedilmemişti. Bir hayatı vardı toplumun, yumuşak, adil, şefkatli.
Böyle söyleyince ‘Peki o zaman işlenen cinayetler ne olacak’ diyecekler vardır. O zamanlar o cinayetler vahşetti, ender vakalardı ve her biri şiirsel anlatımla, destanlar bastırılarak halka satılırdı. Destancılar bir esnaf türü idi.
Xxxx
Bakır eşyanın rengi kalay ile beyazlatılır, parlatılırdı. Bakır rengini sadece dış yüzeyde görebilirdi insanlar. İç yüzeyler, yiyecek-içecekle temas eden iç yüzey kalay ile beyazlatılır ve parlatılırdı.
Kalaycılık bir mesşelti. Derme-çatma dükkeanlar vardı. Orada ocak harlatılırdı. Bir maşa ile tutulan kap-kacak alevin üzerinde evirilip-çevrilirdi. İçine kalay sürülür sonra da nişadır ile silinirdi. Aleve tutulmadan bu işlem yapılamazdı.
O dükkeanlarda usta olduğu gibi çırak da olurdu. Ama genellikle usta kalaycıların çırakları hanımlarıydı. Çok para kazanılamadığı için çırak işleri ev halkına yaptırılırdı.
Bir zaman sonra kalaycılar artık dükkean kiralayamaz olunca seyyar kalaycılar sökün etti piyasaya. Bakır döneminden çıkılıyordu. Ev eşyası olarak, mutfak eşyası olarak bakır yerine alüminyum, pilastik devreye girmişti. Bu iki madde bakırın aleyhine olarak piyasadaki paylarını artırdılar.
Xxxx
Bir süre sonra alüminyum eşyanın paslandığı, pilastik eşyanın sıcak gıda maddeleri konulduğunda koku yaptığı anlaşıldı ama, piyasadan barkı .ekilmiş ve alüminyum ile pilastik hakimiyetini kurmuştu.
Çok geçmedi eklem, kas ağrıları insanların temel şikeayetleri arasında yer almaya başladı. Tıp dünyasının her dönemde sihirli bir kelimesi vardır. Yirminci yüzyılın üç çeyreğinde sihirli kelime veremdi. Her teşhis konulamayan hastalık verem kelimesiyle ifade ediliyordu. Okumuş takımının, münevver ya da aydın dediğimiz insanların garip huyları vardır. Kendilerini genel nüfustan, ahaliden, halktan hep yukarda tutmak ister. Bunun için de her durumu firençke kelimelerle ifadelendirirler. Verem için de firenkçe bir kelime söylediler tüberkiloz dediler. Halk ise onlara inat, ince hastalık dedi vereme.
Xxxx
Türk edebiyatında verem, tüberkiloz, ince hastalıkla ilgili sayısız metinler ve şiirler vardır. Ama inanın o dönemde verem diyerek geçiştirilen hastalıkların çoğu verem değildi. Şimdi de tıp aleminin bir sihirli kelimesi var kanser. Şimdi tıp dünyası hemen anlayamadığı her hastalığa kanserin bir türü diyerek isim koyuyor. O yüzden çevremizdeki hastaların büyük çoğunluğu kanser teşhisi konulmuş olarak tedavilerine devam ediyorlar.
Xxxx
Kalaycılar şimdilerde de faaliyet gösteriyorlar. Ama onlar sadece bayram arefelerinde ortaya çıkıyorlar ve genellikle çingene vatandaşlarımız olarak görülüyorlar. Yedikule’de böyle bir bayram öncesinde bir kadın kap kalaylatmak için çingene karı-kocaya iş bırakmıştı ama. Tartışma nereden çıktı bilinmez. Adam kapları bırakıp kadını kalayladı.
Xxxx
Yıllar sonra bir hatibimiz, yazarımızla sohbet ediyorduk. O dedi ki, eskiden insanlar bakır kap-kacak kullanırdı. Bakır romatizmayı önler. Eskiden insanlarımız küflü tulum peyniri yerdi, Küflü peynir de romatizmayı engeller.
Sonra bir gazetemizin parladığı günlere kaydı zihnim. Gazete okuyucularına bakır bilezik veriyordu kupon karşılığı. Bakır bilezik romatizmaya iyi geliyor demekle yetinmediler. Meseleyi bir de dini, manevi boyuta taşıdılar. Gazete zirve yaptı bu hediye verişiyle. O bilezikleri kullananların bazıları ağrılarının dindiğine inandılar.
Küflü peynir yemiştim ben. Tavsiye ederim. Son derece lezzetlidir. Sabahları kekik, sızma zeytin yağı ve küflü peynir yemenizi tavsiye ederim.
Xxxx
Kalaycılık hayatımızın bir gerçeği idi. Sadece kalaycılık yok olmadı hayatımızdan. Onunla birlikte, onun parçası olduğu hayat gerçeğimiz de artık yok. Şimdi başka sularda yıkanmaktayız. Kalaycılıkla birlikte ahşap da yok oldu, metalik ve pilastik eşya da yok oldu.
Hayat değişkendir ama, her değişiklik iyiye, doğruya doğru gidiyor deme şansımız yok. Tamam da eskiye saplanıp kalmak da mümkün değil. Ne yapalım. Tüm sahneleri değüşse de hayatımızın, biz yine de o hayatı yaşamak durumundayız. Çünki Yaratan öyle istiyor. Her hal imtihandır. Bunu bilelim yeter.