ENGİN KÖKLÜÇINAR

ENGİN KÖKLÜÇINAR

KALEMİM KONUŞTUKÇA /BAZEN TÜRKLÜĞÜMDEN UTANIYORUM...

Taraftar olmaktan utanıyorum. Yalnız taraftar olmaktan değil, Türklüğümden de utanıyorum.

Yine bir derbide sahada kemik sesleri küfürler, yumruklar, sonrasında taşlar, sopalar, bıçaklar ve bitmeyen kin, nefret, araçlara saldırı, rezaletin en aşağılığı... Galatasaray-Fenerbahçe maçının görüntüsü.

Bu ülkede, bu rezaletin adı spor... Bu spor mu, yoksa savaş mı?

Yalnız o mu? İki takımın oynadığı maçta, üçüncü bir takıma küfür edildiğini, hiç duydunuz mu, gördünüz mü? Futbolcudan, hakeme, federasyondan, politikacılara kadar herkese küfür...

Üzüntümü paylaşmak için kadim dostum, meslektaşım Ali Altan'ı arıyorum. Hatır falan sormadan söze başlıyorum;

- Altan, ben İstanbul çocuğuyum, tıpkı senin gibi. Olayları gördükçe dayanamıyorum. Bu ne kepazelik.

Türklüğümden utanıyorum. Bizler de gençtik, rakip takımın taraftarlarıyla hepimiz birarada güle oynaya maça giderdik, üç tane gol yerdik veya atardık, yine güle oynaya mahallemize dönerdik.

Ne oldu da, böyle olduk. İnsan gibi, bir maç seyredemiyoruz. Hep saldırı. Hep saldırı. Hayvanlaştık.

Üstelik,rakip taraftarları bile maça almıyoruz. Anlamıyorum.

- Anlamayacak ne var. Ne edep, ne saygı, ne insanlık... Her şeye veda ettik. Düşün, 21. asırda

takımının aynı kentin diğer takımıyla oynanacak maça taraftarı gidemiyor. İşte bu kadar vahşileştik...

- Doğru. Senden önce Halit Kıvanç Hoca'mızı aradım. Olaylardan konu ettim, rakip takım taraftarlarıyla birlikte maça gidip, geldiğimizi anlattım. O zaman spor savaş değil, dostluk oyunuydu.

Şimdi ne halde. 'Ağabey bize ne oluyor Allahaşkına?' dedim. Bana ne dedi, biliyor musun?

“O da bir şey mi? Sen hatırlamazsın Engin. Eskiden derbi maçlarında, Fenerbahçeliler, Galatasaray kalesi tarafına otururlar, Fenerbahçe futbolcularının atacağı gölü, daha yakından görebilsinler diye.

Galatasaraylı taraftarlar da Fenerbahçe kalesine yakın yerde, aynı nedenle... Sonrası da var. Aynı insanlar yani taraftarlar devre arası yerlerini değiştirirler, biri bir tarafa, öteki öbür tarafa...” Şaştım, kaldım. İnanılmaz bir insanlık, dostluk örneği...

- Vallahi, ilk defa duyuyorum. Ne asil bir taraftarlık. Helal olsun.

- Evet Altan gerçekten helal olsun. Ne oldu da, bu hale düştük. Bunlar bizim torunlarımız, çocuklarımız değil mi? Kabahat bizde mi ? Yoksa geniş aile biçiminden, çekirdek aileye döndük. Her halde başımız döndü. Baksana artık evde erkek evlat yok, kız evlat da ya evleniyor gidiyor, ya da maddi kaynakları güçlüyse kendine bir yaşam biçimi seçiyor. Ayrıca evlatlar evin içinde olsa da, bize uzak... Çünkü iki kişi yaşıyor. Eskiden geniş aile yapısında, dededen nenelere; amcalardan dayılara, yengelerden halalara kadar aile bireyleri var. Doğaldır ki, çocuğun kendine model seçmek için seçeneği çok. Eğer ailede modeli yoksa, mahallede bir Hasan bey, bir Fahriye abla var... Şimdi model kim, TV dizilerinde seyrettiklerimiz... Bunları küçüksemiyorum. Ancak şunu söyleyebilirim. Dizilerin çoğu şiddeti tetikliyor, her oyuncunun elinde ya bir bıçak, ya bir silah var. Yalan, dümen, gayrı meşru ilişkiler, gerilim, kavga. Ne kadar olumsuzluk varsa, gençlerin gözleri önünde. Onun için millet birbirinin gözünü oymakla deşarj oluyor. İşte stadyumlar da rehabilitasyon merkezi. Trafikte de bu değil mi?

- Haklısın. Bir TV kanalında saygın bir yorumcu, bu konuya atıf yaparak iki lig takımının geçenlerde yaptığı karşılaşmada, toplam 86 faul yaptıklarını anlattı ve medeni ülkelerde en zorlu kıran kırana maçlarda bile, bu faullerin 20 ile 40’ı geçmediğini aktardı.

Ehh, işte biz buyuz. Sonra Türkler vahşi deyince adamlara kızıyoruz.

Hele son Dünya Kupası’nda taraftarların yan yana oturduğunu gördükten sonra, Türklüğümden utanmakla haklı olduğumu bir kez daha anladım. Türklerden başka spor her yerde birleştirici bir etkinlik. Adamlar kucak, kucağa oturup, başarılı olanı alkışlamaktan hoşnut oluyor. İşte medeniyet, çağdaşlık, insanlık bu...

Önce kendimize kızmalıyız. Herkesi düzeltmeye kalkışacağımıza, önce kendimizi düzeltmeliyiz.

<