ENGİN KÖKLÜÇINAR

ENGİN KÖKLÜÇINAR

KALEMİM KONUŞTUKÇA / Bir turist, trafiğimiz için, Araba çok ama şoför yok demiş…

Dikkat ediyorum, her araba kullanan kişi panik içinde. Hiç kimsenin, önünde giden arabaya tahammülü yok. İlle de onu geçecek. Herhalde bu millet, Atatürk’ten sonra hiçbir yerde öne geçemediği hep geride kaldığı için, bu aşağılık kompleksini trafikte bastırmaya çalışıyor.
Bu ülkede herşey ters olduğu gibi, trafik de ters. Yani İngilizler’in yolları gibi ters değil. Soldan hızlı gidersin, önündeki adam 20 ile gider, sağdan efendi efendi gideyim dersin, bu sefer adamın biri tamponuna yapışır ha vurdu, ha vuracak. Bütün dünyada sol şerit yürür, sağ şerit tıkanır, bizde tersine, sol durur, sağ şerit yürür.
Herkes kırmızıda durur, biz geçeriz. Şu trafik lambalarında yeşili beklerken, gösterdiğimiz performansı, bu ülkenin kalkınması için gösterseydik, şimdi milli gelir kelle başı 8-9 bin değil, 30 bin dolardı. Yahu bir kırmızının yanmasını bekleyemiyoruz. “En kısa zaman birimi nedir” diye bana sorsanız? Vallahi, ne saniye, ne salise, ne de milisalise demem, ne derim biliyor musunuz, sarı ışığın yanışı ile arkanızda duran otonun korna çalışı arasındaki zaman...
Bu trafik belası, bütün başımızdaki belalara bedel. Galiba dünya birincisiyiz. Ne yatakta, ne ayakta, ne ekonomide, ne sporda, ne teknikte, ne kalkınmada orgazm olamayan bu millet, trafikte orgazmı yaşıyor olmalı.
Bir araştırmaya göre 1955’den, 2014’e kadar, trafik kazalarında 1,5 milyon vatandaşımızı kaybetmişiz. Çanakkale’de 250 bin şehit verdik, bakın bu sayı, onun tam altı misli. Ayrıca 3,5 milyon insanımız da sakat kalmış. Yılda 500 bin kaza oluyor ve her saat başı 1 kişiyi trafiğe kurban ediyoruz. Bu kazaların faturası da  milyar dolarmış. Yani teröre harcadığımızla aynı. Yazık, günah. Bu terörün daniskası ve kimse kılını kıpırdatmıyor. Bu bilgileri okurken, tüylerim diken diken oluyor. Eğitimsizlik mi, panik mi, hastalık mı neyin nesi ise, bu trafik yılanının başı mutlaka ezilmeli.
Önüne gelene ehliyet vermek, herkese namluya sürülmüş silah vermekten hiç farklı değil. Al tabancayı adamı öldür, geç direksiyona milleti toz et...
Bak ehliyet denince size bir gerçek hikaye anlatayım. Biraz gülün. Kafanız dağılsın, acılar biraz yerini neşeye bıraksın. 
Sene vallahi kaç bilmiyorum. Bildiğim 1960’lı yıllar. O zaman Gazeteciler Cemiyeti her yıl geleneksel olarak Hilton Oteli’nde bir Basın Balosu düzenliyor. Ne balo, harika bir balo, tüm yıl konuşulan ve herkesin merakla beklediği bir balo. Şevket Ayaz’la birlikteyiz. 
Şevket Ayaz, İstanbul Trafik Müdürü. Eşlerimizle aynı masada oturuyoruz. Programda günün en popüler oryantali var. İsmi galiba Hülya da soyadını hatırlamıyorum. Sıra ona geldi. Oryantal tüm sanatını döktürüyor, bir ara bizim masaya yaklaştı. Şevket de film artistlerine taş çıkartacak kadar yakışıklı bir adam. Dansöz başladı, hünerlerini göstermeye. Ben de döndüm, laf attım; “bak kız, bu kim biliyor musun, İstanbul Trafik Müdürü” dedim. Oryantal, bunu duyunca “aa ben de ehliyet alacaktım” demez mi. Ben “o zaman iyi oyna bakalım marifetini görelim, araba kullanmak kıvraklık ister, sanattır. Kullanabilir misin kullanamaz mısın? Sayın Müdürüm anlar” deyiverdim. Oryantal başladı döktürmeye, hem ne döktürmek poposu ayrı oynuyor, göğüsleri ayrı. Gözler desen alev alev... Allah’tan eşlerimiz olgun, çıt yok. 
Baktım Şevket kızı seyretti, seyretti, döndü ne dese beğenirsiniz. “Kızım sen değil otomobil, TIR bile kullanırsın TIR.”

 

<