KALEMİM KONUŞTUKÇA / BUNLAR İSTANBULLU İSE, BENİ İSTANBUL NÜFUSUNDAN SİLİN... (2)
Ayaküstü midye-kokoreç atıştırırken Kadıköy’ün, Eminönü’nün, Beşiktaş’ın ve hele Beyoğlu’nun balık pazarlarını gezmek, mevsimine göre manavlardan Bozcaada’nın çavuş üzümünü, Kırkağaç’ın kavununu, tereyağ gibi yumuşak Hamdi Sünkâr armudunu, Diyarbakır karpuzunu satın almak, Çiçek veya Balık Pazarı’ndaki Reşat’tan, Bebek’te Nevzat’tan Ocak’ta lakerda alıp kırmızı soğanla yemek, Ağustos’ta sardalya, Şubat’ta kalkan tava, Eylül’de çingene palamudu, Nisan’da yumurtalı gümüş tava, Hıdrellezde Trakya kıvırcığından külbastı ve sütkuzu şiş yapmak ne büyük hazlar tattırır yaşama sanatını bilen İstanbullulara...”
İstanbullu olmak öyle kolay değil. Para sahibi oldun mu, hemen İstanbullu olamazsın. Üç tane türkü, iki tane film çevirmek, seviyesiz tv programlarında yer almak, gece kulüplerinde hava atmak, siyah, beyaz jeeplere binmek, görüntülü cep telefonları kullanmakla, İstanbullu olunmaz.
“Hanfendi, beyfendi” dediğinde “Hanımefendi, Beyefendi” dediğini sananlarla hiç olunmaz.
İstanbullu olmak için önce yıkanacaksın, tıraş olacaksın, yüzüne nur gelecek. Sonra şiveni değiştirecek, terbiye dersi alacak ve dilinden “efendim” sözü eksik olmayacak.
İskender Özsoy’un eşi Meral (Meral Kamuran) “Yelpaze” başlığı ile yıllar önce Yenigün’e yazdığı bir makalede:
“İstanbul demek birbiriyle ‘efendim’ siz konuşmayan insanların kenti demekti” diyor.
Ya şimdi.
Bunlar “ulan”, “gurban olam”, “bacı, gardaş”, “aboo”, “cigerim” gibi sözcükleri İstanbul kültürüne soktular. Tıpkı lahmacun, çiğ köfte, künefe gibi.
“Efendim”in yerini, “ulan” aldı.
Onlar İstanbul’a uyum sağlamak için çaba göstermiyorlar, aksine İstanbul’u yozlaştırmak ve kendi seviyelerine indirmek için ellerinden ne geliyorsa, ardlarına koymadan yapıyorlar.
İstanbul’u rezil etmek için çabalayan yalnız bunlar değil. Rüşvetin yönlendirdiği yanlış yapılanma, kenti perişan etti. Hele İnönü Stadyumu’nun arkasındaki o rezalet bina yüz karası. Getirmişler, İstanbul’un kalbine bıçak saplamışlar. Kimler buna izin verdiyse, yazıklar olsun, yuh olsun.
Yalnız askeri ve ekonomik sırları düşmana satan insan vatan haini olmaz. Bunun en büyük sorumlusu kimse, kim bu otelin oraya dikilmesine imza atmışsa, hemen vatan haini ilan edip, o otelin en üst katından, törenle onu aşağıya atmalı...
“Ankara’nın nesini seviyorsunuz” diyenlere, “İstanbul’a dönüşü”, “Hafta başları Ankara’ya giderken, trene yalnız şapkam, yalnız elbiselerim, yalnız pabuçlarım biniyordu. Kafam ve gönlüm yalnız İstanbul’da kalıyordu” diyen İstanbul aşıkları Yahya Kemal ve Yusuf Ziya, şimdi mezarlarından kalkmalı ve şu İstanbul’un rezaletini görmeli. Tabii “İstanbul’u sevmezse gönül aşkı ne anlar” diyen Behçet Kemal Çağlar da. “Bir sengine, yekpare acem mülkü fedadır” diyen büyük Nedim de...
İstanbul sevdasını, İstanbul aşkını ölesiye yaşayan Bedri Rahmi Eyüpoğlu’dan bir şiir okuyalım da teselli bulalım.
İSTANBUL DESTANI
İstanbul deyince aklıma martı gelir
Yarısı gümüş yarısı köpük
Yarısı balık yarısı kuş
İstanbul deyince aklıma bir masal gelir
Bir varmış bir yokmuş
..........................
İstanbul deyince aklıma kuleler gelir
Ne zaman birinin resmini yapsam öteki kıskanır
Ama şu Kızkulesi’nin aklı olsa
Galata Kulesi’ne varır
Bir sürü çocukları olur
Nasıl varacak. Ortada elleri belinde, külhanbeyi bakışlı, gökkafes dedikleri Ritz Otel varken...
Gudubet bakışlı, ya kafasını uzatırsa, mutluluklarını bozar.
İstanbul aşığı, İstanbul kadar güzel şair Yahya Kemal “Aziz İstanbul”da İstanbul’u nasıl anlatmış:
Sana dün bir tepeden baktım âziz İstanbul !
Görmedim, gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer.
Ömrüm oldukça, gönül tahtıma keyfince kurul !
Sâde bir semtini sevmek bile bir ömre değer.
Nice revnaklı şehirler görülür dünyada,
Lâkin efsunlu güzellikleri sensin yaratan.
Yaşamıştır derim, en hoş ve uzun rü’yada
Sende çok yıl yaşayan, sende ölen, sende yatan.