KALEMİM KONUŞTUKÇA / Gülelim, biraz da duygusallaşalım mı? (2)
Birgün elinde büyük bir rakı şişesiyle yolda yürürken karşısına birdenbire Mazhar Osman çıkmaz mı:
- Neyzen, bu elindeki şişe ne?
Neyzen yanıtlıyor:
- Hepsi benim değil, efendim yarısı İbrahim Çallı’nın.
Mazhar Osman:
- İyi, o zaman yarısını dök.
- Dökemem efendim, benim payım altta...”
Bu anektdotu anlatıyorum amma inşallah okuyanlar, ve özellikle gençler Mazhar Osman’ın, İbrahim Çallı’nın ve hatta Neyzen Tevfik’in kim olduğunu biliyorlardır.
Çünkü tv’lerde seyrettiğim yarışmalarda, sorulan sorulara, gençlerin verdiği cevaplar beni kahrediyor.
Öğrenmek isteyen gençler, lütfen internete baksınlar. Hiç olmazsa öğrenme şansını elde ederler.
Gelelim Ahmet Nadir Caner’in can dostu, Hüseyin Çolak Yurdabak için yazdığı şu hoş dörtlüğe;
“DUMANLI BAKIŞLARLA, DÜNYAYI KAYIK GÖRDÜ.
GEZİYORKEN PARİS’İ, EYFEL’İ EĞİK GÖRDÜ.
SANMAYIN HEP SARHOŞ GEZER BU ÂLEMDE,
ANASI DOĞURURKEN, EBESİ AYIK GÖRDÜ...”
Bir tane de, Temel’den;
“Temel geceyarısı çok sarhoş geliyor, ama anahtarla bir türlü deliği bulamıyor. En sonunda karısı gürültüye uyanınca camdan aşağıya bakıyor. “Temel uğraşma ben sana anahtarı atayım” diyor. Temel: “Yok hanım anahtarım var. Sen bana deliği at”
Beni ise sarhoş gören yoktur. İçkiyi fazla içmem. Ama canım bazen sarhoş olmak ister. O zaman ya şiir okurum, ya da,
İÇKİYİ İÇTİKÇE SARHOŞ OLURSUN,
BAZI KADINLARLA DA KONUŞTUKÇA...
der ve beni sarhoş edecek bir hatunla sohbeti yeğlerim, tabii gençken (!)
Bakın, değerli Kardeşim Hüseyin Doğrul Özkoray’ın hastane anısından, nerelere geldik.
Doğrul’un bence en büyük tarafı şairliği. Şimdi okuyacağınız bu şiirini kendi sesiyle dinlerken, ayaklarımın yerden kesildiğini, ve gözyaşlarımı her seferinde akıttığımı itiraf etmeliyim.
O hem iyi bir dost, hem çok büyük bir şairdi. Hem de nalet bir adam (!).. Allah gani gani rahmet eylesin.
BEN ÖLDÜKTEN SONRA DOSTLAR
ADINA HAYAT DENEN
BU MUHTEŞEM OYUNUN
HERHANGİ BİR YERİNDE
YALNIZ BENİM İÇİN
VE KALAN ÖMRÜNÜZDE BİR KERE
GÜNEŞTE YANIN
YAĞMURDA ISLANIN
SALINCAK KURUN
SATRANÇ OYNAYIN
BEN ÖLDÜKTEN SONRA DOSTLAR
YALNIZ BENİM İÇİN
VE KALAN ÖMRÜNÜZDE BİR KERE
KARANLIĞI SEYREDİN
SESSİZLİĞİ DİNLEYİN
İYİYİ ALKIŞLAYIN
KÖTÜYÜ DIŞLAYIN
KARŞILAŞINCA SELAMLAŞIN
AYRILIRKEN HELALLAŞIN
DARGINSANIZ EĞER
BARIŞIN BENİM İÇİN
BEN ÖLDÜKTEN SONRA DOSTLAR
YALNIZ BENİM İÇİN
VE KALAN ÖMRÜNÜZDE BİR KERE
BİR BEBEĞİN SAÇLARINI OKŞAYIN
ENSESİNİ KOKLAYIN
BİR BARDAK SOĞUK SU İÇİN
BENİM İÇİN
ÖPÜŞÜN... SEVİŞİN
BEN ÖLDÜKTEN SONRA DOSTLAR
YALNIZ BENİM İÇİN
VE KALAN ÖMRÜNÜZDE BİR KERE
YERİ DENK GELMİŞSE
MANZARA DA MÜSAİTSE
KÜRDİLİ HİCAZKARDA ÇALIYORSA
UZAKTA... ESKİ BİR PLAKTA
ADAM GİBİ BİR ADAMDA VARSA EĞER
YANINIZDA
BİRER DUBLE RAKI KOYUN MASANIZA
BİR DUBLEDE BENİM İÇİN
VE ÇAĞIRIN BENİ DE SOFRANIZA
HÜSEYİN DOĞRUL... HÜSEYİN DOĞRUL...
BEN ÖLDÜKTEN SONRA DOSTLAR
KALAN ÖMRÜNÜZDE BİR KERE
VE YALNIZ BENİM İÇİN
VASİYETİMDİR.
Doğrul’un bu fevkalade güzel şiirini okudunuz.
Şimdi duygusallığı atalım.
En güzel içki hikayesi, en güzel insan Atatürk’e aittir. O’nun güzel içki hikayelerinden, en güzelini Falih Rıfkı’nın “Çankaya” kitabından okuyalım.
“Yeşilay Derneği’nin bir toplantısında konferansçı sorar:
- Bir eşeğin önüne, bir kova su, bir kova rakı koyarsanız hangisini içer?
Hemen biri cevap verir.
- Tabii suyu.
- Neden?
Bir keyif ehli de orada imiş. İkinci cevabı verir.
- Eşekliğinden !..
Atatürk bu hikayeye bayılırdı. Bir akşam çiftlikte oturuyorduk. Bir işçi çocuğu bizi seyrediyordu.
Atatürk:
- ‘Gel çocuğum buraya’ dedi.
Çocuk sofraya yanaşınca Atatürk sordu:
- Bir eşeğin önüne bir kova su, bir kova rakı koyarsak hangisini içer?
Çocuk önümüzdeki kadehlere baktı.
- ‘Rakıyı efendim’ demesin mi?
Atatürk, gülerek:
- Aman, neden olduğunu sormayalım.”