KALEMİM KONUŞTUKÇA /Herşeyin İlacı Sevgi...
Günlük makale yazan meslektaşlarıma hayranım. Her gün yeni bir konu bulup da yazmak, kolay iş değil. Hele ki, yazdığını okutmak daha zor. Ayrıca bu güzel ifadeyi ben değil, Şeyhülmuharririn Burhan Felek Hocamız söylemiş, tekrarlayalım, “Yazı yazmak kolay da, okutmak zor.”
Neyse ki, bu köşe yazarı enflasyonunda, bu işi mükemmel beceren arkadaşlarımız var. İşte ben, bunlara hayranım. İsim vermeme gerek yok. Bir çoğumuz, bunların kimler olduğunu iyi biliriz.
Meslektaşlarımızın en büyük avantajı ise, politika denizinde bol bol mahsül bulmalarıdır. Biz elimizden değil, kalemimizden geldiğince siyaset dışında, diğer konulara sarılmalı ve sevgi ve aşktan bu ay konu etmeliyiz. En derin sevgiyi, en müthiş aşkı dillendirmeliyiz.
Aşk her insanın yaşadığı bir duygu. Hem o kadar değişik bir duygu ki; içinde hem sevinç, hem hüzün var. Hem barış, hem savaş var. Bir başka insanın hayatını yaşamak var. O’nunla nefes almak, O’nunla yatmak, O’nunla kalkmak var.
Eğer O yoksa, bir bakıyorsun dünya bir anda ıssızlaşıveriyor. Ne çevrendeki sesi duyuyorsun, ne kokuyu algılıyorsun, ve ne de insanları farkedebiliyorsun.
Ama maharet, aşkı genelde sevinçle yaşamak. Mutlu olmak. Ve o aşkı, o sevgiyi yüceltmek...
Dünyanın en büyük aşkı, hangi çiftin aşkıdır, derseniz. Ben ne Leyla-Mecnun, ne Ferhat-Şirin, ne de Fatma Girik - Memduh Ün aşkı derim.
Ne derim bilir misiniz?
Madam Simpson’la, İngiltere Kralı 8. Edward’ın aşkı...
Bu ne aşk, bu ne sevgi imiş ki, güneş batmayan imparatorluğunu 8. Edward, elinin tersiyle itivermiş. Aşkta model bir insan.
Kendinden yaşça büyük ve dul olan Madam Simpson da, yaşamları boyunca sadakati ve sevgisi ile aşkların tek taraflı değil, çift yanlı yaşanırsa “büyük aşk” olabileceğini ispatladı.
“AŞK ELDE EDİLMEKLE DEĞİL, PAYLAŞMAKLA GELİŞİR.”
Bu sözün doğruluğunu, yaşamları ve bağlılıkları ile dünyaya gösterdiler.
“BÜYÜK RUHLAR AŞKLA DAHA DA BÜYÜRLER.”
demiş Schiller.
Ve büyüdüler de...
İnsana yaşadığını, herhangi bir insana ait olduğunu hissettiren şeydir aşk...
Aşkla, sevgi arasında bir karmaşa var.
“Efendim aşk geçici, sevgi kalıcıdır” Hayır!
Tanrı aşkı ile Tanrı sevgisi arasında ne fark var?
İnsanlar “Ben sana aşığım”ı az söylerler de; “Seni seviyorum”u dillerinden düşürmezler.
Sevgi denilen şey yalnız bir manevi duygu değil. Bazen sevgi, bir çiçekte, bir otomobilin renginde, zevkli düzenlenmiş bir evin salonunda ve mimari bir binanın görüntüsünde yaşanabiliyor. Rahmetli dedem, Kapalıçarşı yangınından sonra Beyazıt’ta inşa edilen Beyaz Saray Çarşısı’nın karşısına geçer, binayı seyrederdi. Ben de “Allah, Allah, bu adam bundan ne anlıyor” derdim. Bina 5-6 katlı büyükçe bir bina. Tabii zamanının en iyisi. Zevk alırdı, keyiflenirdi.
Bugün dev binalara bakarken ben de aynı duyguları yaşıyorum.
Güllerin bu kadar güzel olduğunu, 60’ından sonra anlayabildim!
Geç farkettim taşın sert olduğunu,
Su insanı boğar, ateş yakarmış,
Her doğan günün, bir dert olduğunu,
İnsan bu yaşa gelince anlarmış.
diyen Cahit Sıtkı’ya da şimdi hak veriyorum.
Adamın biri “Ağaçları, kadınlardan fazla sevebileceğimi hiç düşünmemiştim” diyor. Bayıldım.
O halde demek ki, kişi 30’unda hayran olduğu şeylerden 60’ında nefret edebiliyor. Veya tersi...
“Erkekler 20 yaşında kızları, 30 yaşında kadınları, 60’ından sonra da karılarını düşünürler.” Bu sözü de kenara atmayın.
Buna benim bir eklentim var. Ve kendilerini düşünemeden ölürler...
Gençlerin arzusu: Aşk, para, sağlık.
Orta yaşlıların arzusu: Para, sağlık, aşk.
İhtiyarların arzusu: Sağlık, sağlık, sağlık.
Sonuç şudur. Sevgi her şeyin ilacıdır.
Bu ilacı zamanında kullanmasını becerenler daha mutlu yaşarlar.
“SEVMEK BİRBİRİNE BAKMAK DEĞİL, AYNI YÖNE BİRLİKTE BAKMAKTIR.” Sözü anlamlıdır.
Fakat en güzeli;
“SEVMEK; BİR BAŞKASININ HAYATINI YAŞAMAKTIR.”
Ve dostum şair Ayhan İnal’ın bir dörtlüğü.
“İnsanlar çula düştü,
Paraya, pula düştü,
Sana sevgi vermek de,
Bu garip, kula düştü.”
Sevgi üzerine söylenmiş o kadar güzel ve anlamlı sözler var ki, bir kitap değil, bin kitap olur.
Hep sevgiyle kalın…