ENGİN KÖKLÜÇINAR

ENGİN KÖKLÜÇINAR

KALEMİM KONUŞTUKÇA /Huysuz Bir İhtiyar mı Oldum Yoksa

İnsan, ihtiyarladıkça huysuzlaşıyor. Son yıllarda herkesle kavgalıyım. Habire didişiyorum. Acaba ben mi kabahatliyim, kavga ettiklerim mi? 
Kavga deyince sakın yumruk yumruğa veya ağız dalaşı gelmesin aklınıza. Sanal kavga… Kavga ettiklerimin, kavgadan haberleri bile yok…
Kimler mi?..
-    Otomobilini park çizgilerinin dışına park ederek, başka arabanın park etmesine engel olanlarla,
-    Tuvaletleri kullanıp, sifon çekmeyenlerle,
-    Mağazalara, işyerlerine veya imal ettikleri mamullere, aşağılık kompleksini yenemeyip, yabancı dille isim verenlerle,
-    Ezanımızı makamsız ve karga sesiyle okuyanlarla,
-    Trafiğin en yoğun olduğu saatlerde, çöp arabalarıyla çöp toplatan belediyelerle,
-    Köpeklerinin kakalarını, sokak ortasına yaptırtan entelektüellerle,
-    "Merdivenleri çıkarken etrafına iyi bak, inerken onları göreceksin" diyen Çin atasözünü anlamadan, hala burnundan kıl aldırmayan bürokratlarla,
-    Askere giden arkadaşlarını uğurlarken, arabalardan üzüm salkımı gibi sarkan delikanlılarla,
-    Cep telefonunla konuşmanın yasak olduğu, ulaşım araçlarında konuşmakta ısrar edenlerle,
-    Görgü sıfır olunca, koyu renk kıyafetinin altına beyaz çorap giyen TBMM'deki milletvekillerinle,
-    Kent merkezindeki insanların nefes alacakları Gülhane Parkı gibi yeşil alanlarda torpilli (valilik, belediye, polis, akraba, arkadaş gibi) otolara, geçit izni veren yetkililerle ve o mekanı kullanmayı alışkanlık haline getirenlerle,
-    "Tilki vaaz veriyorsa, kümese göz kulak ol" Alman atasözünü henüz öğrenmediği için, dürüstlük dersi veren politikacılarla,
-    Sinyal vermeden şerit değiştiren ve milyarlık otolarından sokaklara sigara, kağıt atanlarla,
-    "Az şey söyle ki, çok şey anlayayım" diyen veciz bir ifade varken, hala çok şey söyleyerek,  kendini ispatlayacak sananlarla,
-    Televizyonlarda halkı uyutmak adına konmuş dizilere, dedikodulara, ünlülerin (!) yaptığı programlara tiryaki olmuş yüksek tahsillilerle,
-    Seminer, konferans, açık oturum gibi yerlerde konuşmacı olan, ancak ne konuya, ne zamana saygısı olmayan cahil aydınlarla,
-    Afganlıya sormuşlar: "Ziraat mı, zanaat mı? Ne ziraat, ne zanaat, istirahat, istirahat" demiş. Bu boş lafa, sırtını yaslamış bütün tembellerle,
- Lokanta, otobüs, uçak gibi mekanlarda bağıra bağıra konuşanlarla,
-    Maç sonrası ve düğünlerde sevinmesini kurşun sıkarak ispatlayacağını sanan magandalarla,
-    Köşe yazısı yazıp, kendini köşe yazarı sanan zavallı yazarlarla,
-    Turistin yoğun olduğu yerlerde, onlara kene gibi yapışan satıcı ve dilencilerle.
-    Başına türban takıp, kıçını başını sallayarak yollarda seken ve parklarda sevgilisinin edep yerine başını koyup zevk süren kızlarımızla,    
-    Gece yarısı misafirlikten çıkarken "Allahaısmarladık" demesini bilmeyen ve korna çalarak veda etmeyi yeğleyen terbiyesizlerle,
-    Düğün salonlarında, konserlerde sesi sonuna kadar açan manyaklarla,
-    “Ölmek değildir, ömrümüzün en feci işi. Müşkül odur ki, ölmeden evvel ölür kişi" mısralarındaki gibi ölmeden evvel ölenlerle,
-    Sırayı, saygıyı, kıdemi, terbiyeyi bilmeyen uyanıklarla,
-    Cemaziyelevvelini bildiğimiz halde, kendi unutup havalanan meslektaşlarımızla,
-    Pir Sultan Abdal: "Cehennemde ateş yoktur. İnsan ateşini bu dünyadan götürür" diye müthiş bir söz söylemiş. Kitapların anlatamayacağı derinlikteki bu sözü,  karanlık kafasına sokamayan cahillerin, islam adına, her türlü konudak i fetvasına olur veren bütün çıkarcılarla,
-    Siyaset adamı Cemil Çiçek: "Politikacının biri brüt, biri net 2 ağırlığı vardır" demiş. Meclis tabanına bastığı gün, cennet zeminine basmış gibi, kendinin net ağırlığını yüz katı ile çarpıp havalanan politikacılarla,
-    Ne bilgisi, ne çevresi, ne yeteneği olmadığı halde, kibir denen o büyük ağırlığı beline kuşak yapıp, ya koşmaya ya da yüzmeye giden yarım akıllılarla,
-    "Bazen bir çığlık, bir çığ yaratır" demişler ama, yine de bu rezaletleri görüp de, çığlık atmayan deneyimli büyüklerimizle,
-    “Şu Marmara Grubu, İstanbul Gazeteciler Derneği, TGC Sosyal Dayanışma Vakfı ve buna benzer bir çok sivil toplum örgütlerine artık veda edip, ömrümün son yıllarını huzur içinde geçireceğim bir yerde oturmalıyım” kararını bir türlü veremediğim için kendimle, 
-    Ve bu gibi konuları yalnız ve yalnız onunla paylaştığım, bu yüzden de bana şaşkın şaşkın bakıp, “bu adam herhalde bunadı” diyen karımla…
Şimdi soruyorum size? Ben mi, onlar mı haklı? 
Adamın birini tımarhaneye tıkmışlar “delisin” diye.. Doktor bakmış adam sağlam. En ünlü profesörleri çağırmışlar, onlarda bakmış adam sağlam.
Sonunda sormuşlar:
- “Niye buraya tıktılar seni?” diye.
- “Efendim ben herkese deli diyorum onun için” demiş.
Sormuşlar;
“Peki onlar sana ne diyor?”
- “Onlarda bana deli diyorlar”
- “Eee, peki sonunda ne oldu?”
- “Ne olacak, demokrasi kazandı.”                  
Bana sorarsanız onlar haklı galiba(!)..
Şimdi kim haklı, siz karar verin?

<