KALEMİM KONUŞTUKÇA / İSLAM DİNİNDE REFORM YAPACAK BİR BABAYİĞİT VAR MI ?.. (1)
İslam dini yara mı alıyor, kan mı kaybediyor. Bilmiyorum? Benim haddime değil bu konuda yazı yazmak. Fakat son yıllarda gelişen olaylar, aşırı bir biçimde din sömürüsü, çağdışı hatta mantık dışı ibadet biçimleri, kılık kıyafet şekilleri, şeyhler, müritler ve zorlamalar beni bu düşünceye sevketti. Üstüne üstlük Müslümanlar birbirlerini kırıp geçiyorlar. Yazık değil mi, o nlarca insana?
Kanun diyoruz, arkasından da mantığa uymalı, diyoruz. Dinde böyle olmalı. Çağdaş olmalı, yaşadığın zamana uymalı. Kuralları, akla mantığa uymalı. Yüce Peygamberimizin bu konuda çok güzel sözleri olduğunu biliyorum.
Bu konuda yalnız benim sıkıntım yok. Osmanlı Padişahı Abdülaziz bile sıkıntılı.
“Abdülaziz yurt dışına yaptığı ziyaretten çok etkilenmiş. Temizlik, itina ve herşeye hayran kalmış. Dönüşte Sadrazamına “Paşa Hazretleri, bu memleketlerden herşeyi alalım, hatta müslümanlığı bile” demiş.”
Martin Luther dinde reform yaptıktan sonra, Batı’nın aklı başına gelmiş, kafayı kaldırmış ve bizi fersah fersah geçmiştir. Heykel günah, resim günah, kara tahta günah, matbaa günah diye diye rezil olmuşuz.
Yakın tarihten bir kaç örneğe bakalım.
3. Mustafa zamanında, topların domuz kılından yapılması ve kullanılması saltanatı sarsmıştı. Bunu büyük günah olarak gören birçok yobaz başkaldırmış ve topların temizlenmesine engel olunmuştu.
Hamdullah Suphi’nin yazdığına göre, Milli Eğitim Bakanlığı karatahtayı okullarımıza sokmak için çareler aradı, sonunda karatahta Yemen ve Hicaz’dan geçirilip “hacı” olduktan sonra sınıflara konuldu.
Sultan Abdülmecid zamanında da, okullara coğrafya haritaları ve resim albümleri sokan eğitimci Ahmet Kemal Paşa, yobazlar tarafından lanetlenince, yurt dışına kaçarak canını zor kurtardı.
Hadi onu bırakın, matematik defterlerinde toplama işlemi işaretinin haç ve put şeklinde olması, okul sıralarının kiliselerdeki sıralara benzemesi bile, bu kötü niyetli din simsarlarını harekete geçirmeye yetiyordu. Çocuklarımız Hıristiyan oluyor, diye vaveyla koparan yobazlar, her türlü yeniliğe karşı çıkmak için bir kulp buluyorlardı.
Dr. Adnan Adıvar da, “Osmanlı Türklerinde ilim” adlı eserinde, 3. Murat zamanında İstanbul’da bir rasathane yaptırıldığını ve padişahın bu binanın yapımı için çaba gösterdiğini, ancak rasathanenin kurucusu Hoca Saadettin ile Şeyhülislam Ahmet Şemseddin Efendi arasındaki düşmanlık ve çekememezlik yüzünden, Şemseddin Efendi’nin Sultan 3. Murat’a sunduğu fetvada, gökyüzünü rasat etmenin uğursuz ve büyük günah olduğunu, bu yüzden devletin harap olacağını bildirmesi üzerine, bir gece içinde, bu rasathanenin içindeki aletlerle beraber yerle bir edildiğini yazmıştır.
Müsbet ilimlere karşı gösterilen bu düşmanlık, İslam dinini hiç haketmediği bir duruma getirmiştir. Görüyorsunuz, dünyada başını kaldırıp dikilmiş bir İslam devleti yok...
Hâlâ İslam adına günahsız insanlara saldırmak “ben Allah’ı ve İslamı çok seviyorum” diye insan öldürmek ve “yüce Tanrı adına bunları yapıyorum” iddiasında bulunmak ruh sağlığı yerinde olan insanların işi değildir.
Allah’ımızın verdiği canı, Allah almaz mı? Onlarca insanı katletmenin dinle, imanla, insanlıkla ve İslamla ilgisi olmadığı gibi, bunlardan yana tavır alan, yazarların, bilim adamlarının aklından şüphe ediyorum.
Yazık ki, bu karanlık yüzlü, suratlarında nur olmayan insanlar, İslama yarar değil, zarar veriyorlar.
Bugün dahi, bu ve buna benzer o kadar çok örnek var ki, burada bunları yazmaya inanın utanıyorum ve üzülüyorum. Yüksek tirajlı gazetede bir yazar, namaz sırasındaki dualarımızın sesli veya sessiz okunması konusundaki yazısının bir bölümünde şöyle diyordu;“Sessiz okumak demek, kendi okuduklarını kendi kulağında fısıltı halinde hissetmek demektir. Şayet okuduklarını kendi kulağında fısıltı halinde hissetmiyorsa, okumuyor, sadece kalbinden geçiriyor demektir. Sadece Fatiha’yı, zammı sureyi kalbinden geçirmiş olur... Bunun için gizli okumalara dikkat etmek gerekir. Okuyor mu yoksa kalbinden geçirmekle mi yetiniyor, kontrol etmeli okuyuşunu. Kalbinden geçirmek ise okumak sayılmaz.”
Namaza yönelmiş bir insanın, hatasını yüce Allah’ımız kabul etmez de, o namaz geçersiz mi olur? El insaf...
Allah rahmet eylesin, dedem anlatırdı;
“Hz. Musa, bir bakıyor, çobanın biri, dağın tepesinden yuvarlana, yuvarlana dağın eteğine iniyor, hemen ayağa kalkıp tekrar dağın tepesine çıkıp aynı hareketi tekrarlıyor. Merak edip, çobana soruyor;
- Oğlum ne yapıyorsun?
Çoban yanıt veriyor;
- İbadet ediyorum.
Hz. Musa bu iyi niyetli ve imanlı çobana, kendini tanıtır ve ‘Evladım, ibadet öyle değil, böyle yapılır’ diyerek, birşeyler öğretmeye çalışır ve yoluna devam eder. Hz. Musa’nın önüne bir ırmak çıkar, asasını vurur, sular ikiye ayrılır, Hz. Musa’ya yol verir. Tam bu sırada arkasından bir ses duyar;
- Hz. Musa, Hz. Musa...
Bir bakar ki, deminki çoban bağırır, bağırır ama sular ikiye ayrılmış, ırmak ona da yol vermiş arkası sıra geliyor;
- Ne var, evladım !
- Şurasını unuttum, neydi ya Hz. Musa?
Yüce Peygamber duygulanmış, göz pınarlarından bir damla yaş süzülmüş ve;
- Oğlum, bildiğin gibi yap, bildiğin gibi...
demiş.”