KALEMİM KONUŞTUKÇA /İstanbul İstanbulluktan çıkıp taşra oldu
Yunanlı bir yazar, İstanbul için; "Burası bir şehir midir, yoksa bir rüya mıdır ? İnanınız, eğer Tanrı'nın yeryüzünde bir evi varsa, o ev kesinlikle İstanbul'dadır. Çünkü Tanrı yanılmaz." demiş. Uzun yılların öncesinde İstanbul’a gelmiş, gezmiş, görmüş ve hayranlığını bu kelimelerle yazıya dökmüş. Bugün İstanbul’a gelse, aynı duyguları hisseder ve “Tanrı’nın Evi” kadar kutsallaştırdığı İstanbul’a, bu yakıştırmayı yapar mıydı? Hiç sanmıyorum…
Artık İstanbul, İstanbul olmaktan çıktı, İstanköy oldu…
Bizi yönetenlerin yanlış politikaları yüzünden, yoğun göç alan İstanbul hem mana olarak, hem madde olarak bitti. …
Betonlaştı. Rant uğruna çarpık mimari, günübirlik politika, sorumsuzluk, beledi hizmetlerin aksaklığı, vatandaşın savurganlığı, İstanbul’un bağrına hançer sapladı.
Yalnız bu mu? Hayır. En önemlisi, İstanbul terbiyesi, İstanbul kültürü, İstanbul nezaketi yok edildi. Örnek mi istiyorsunuz. İşte birkaç örnek.
İstanbul’da yaşayanlar “efendim” siz konuşmazlar, eşler birbirlerinin adlarının sonuna “hanım” veya “bey” sözcükleri eklerlerdi. “Karım” ve “kocam” kelimeleri argo sayılır, bir hanımefendi eşinden konu ederken “çocuklarımın babası” diyerek evliliğin ciddiyetine adeta atıf yapardı. Ulaşım araçlarında üç-beş yaş büyüğe ve hanımlara kesinlikle yer verilirdi. Öğretmen, ebeveynlerden daha kutsal sayılır, doktor ve subay özel bir alaka görürdü. Rakip taraftarlar elele maça gider, yan yana oturur, yenik düşeni rakip arkadaşı teselli ederdi. İki şey günlük hayatın en önemlisiydi. Biri saygı, biri sıra…
Ya şimdi her şey tersine döndü. Ne sıra var, ne saygı. Kim güçlüyse o işini becerir. Kurallara uymayanı, uyaranlar ya dövülür, ya da dışlanır. Hiç kimse sahiplenmez, yalnız kalmaya mahkumdur. Öğretmen öğrenciye hafif bir tavır alırsa aile soluğu okulda alır, doktorun hastaya yeterli ilgi göstermediğini sanan akrabalar, hastane basıp sağlık personeline hakaret eder, hatta öldürür. Maçlara rakip taraftar alınmaz, alınmayan taraftar döner bıçaklarıyla sokakta bekleyip, terör estirir.
Ne oldu da, biz böyle olduk. Anlamak mümkün değil. Sosyologlar, psikologlar bir anlatsa da, anlayabilsek. Yazık…
Oysa, eski yıllarda İstanbul’u mekan tutanlar, bu kente geldiklerinde, kendilerine çeki düzen verirler, İstanbul’lu olmak için çaba sarf ederler, bu medeniyete uyum sağlamak adına özverili davranırlardı.
Ne var ki, son yıllarda göç edenler, sanki o ilk gelenlerin kanından değil. Ben İstanbul’a uyum sağlamam, İstanbul bana uyum sağlasın anlayışıyla, iyiyi ve güzeli taklit etmek yerine, kötüyü ve çirkini tercih ediyor. Örf ve adetlerini kentte monte ederken, hemşerilik olgusunu öne çok çıkartıyor. Bu ayırımcılık, günlük hayata yansıyınca, politikada da, ekonomide de, hatta trafikte bile sıkıntıya neden oluyor.
Bakın, büyük kültür adamı, İstanbul aşığı, çok yönlü Ustamız Nihat Sami Banarlı ( 1907-1974) ne diyor; "İstanbul, yalnız İstanbullu olan, onda doğan, onda yaşayanların şehri değildir. O, bütün Türk milletinin aynı ölçüde sahip olduğu aziz ve müşterek varlıktır. Onun dilini, onun milli mimarisini yalnız İstanbullular yapmış olamaz. Bu şehri bütün Türk milleti bir ruh ve iman birliğiyle sevmiş, almış, onarmış ve güzelleştirmiştir. Yenicami Ortaköy'le karşı karşıya görüşsün diye yaratılmıştır. Bu aziz şehir, Tanrı sanatının da himmetiyle, dünya kurulalı beri, adeta bizi beklemiş, Türkler için hazırlanmıştır."
Evet, Türkler için hazırlandı ama, biz Türkler hiçbir şeyin kıymetini bilmediğimiz gibi son yıllarda dilimizi bile yozlaştırıyoruz.
Günümüzü kutlamak için pırıl pırıl Türkçe olan “günaydın”ın yerine, ya Arapça’sını ya da, İngilizce’sini söylemeyi maharet sayıyoruz.
Sonuçta Yahya Kemal’in “Bir semtini sevmek bile, bir ömre değer” dediği İstanbul artık eski İstanbul değil.
Ne eski asaleti, ne eski âdâbı kaldı…